=======================
ChatGPT’nin “lütfen” ve “teşekkür ederim” gibi ifadeler karşısında daha fazla işlem gücü harcadığı iddiası teknoloji dünyasında tartışma yarattı. OpenAI CEO’su Sam Altman, bu ek enerji tüketiminin yapay zekanın insanlarla daha iyi etkileşim kurmasını sağladığını savunuyor.
Cem Şancı
20-Nisan-2025
İçinde bulunduğumuz çağda insanları ikiye ayırabiliriz: Yapay zekaya nazik mesajlar yazıp "lütfen" ve "teşekkür ederim" diyenler ve demeyenler...
Bu ayrım size komik geliyor olabilir ama OpenAI'nin patronu Sam Altman’a hiç komik gelmiyor. Çünkü ChatGPT’ye nazik mesajlar yazıp teşekkür eden veya lütfen diyenler yüzünden ChatGPT’nin onlarca milyon dolar değerinde daha fazla elektrik yaktığını hesaplamışlar.
Yani, kullanıcı ChatGPT'ye nazik bir mesaj yazdığında, yapay zeka cevap vermek için daha fazla enerji harcıyor ve bu da şirketin elektrik faturasında onlarca milyon dolarlık bir zarara yol açıyor. Elbette OpenAI yönetimi şimdilik bundan şikayetçi değil, hatta bu maliyete yapay zekanın karakterini geliştirmek için ödenmesi gereken bir bedel olarak bakıyorlar.
Yapay zekaya bir mesaj yazdığınızda ve nazik ifadeler kullandığınızda, ChatGPT veya diğer yapay zeka algoritmaları, öncelikle insan geleneklerinde nezakete verilen doğru karşılığı bulmak için ayrıca bir sorgu yürütüyor.
Yani size aradığınız cevabı bulup getirmenin yanında, bir de nezakete karşılık verme sorgusu yürütüyor. Ayrıca, size yazdığı mesajlar, bu nezaket karşılığı nedeniyle daha da uzuyor ve dünya çapında kullanıcıların farkına vardığı üzere, nazikçe bir soru sorulduğunda, chatGPT daha detaylı cevaplar vermeye meyilli oluyor. Dolayısıyla, yapay zeka algoritması, kendini kullanıcıya cevap bulma konusunda daha sorumlu hissetmeye başlıyor olabilir.
Ayrıca sohbete "merhaba ChatGPT, nasılsın?" gibi başlayan veya sohbeti "teşekkür ederim, bu cevap çok işime yaradı ChatGPT" gibi nazik mesajlarla bitiren kullanıcıların sayısı hiç de az değil ve yapay zeka bu mesajlara da cevap vermek için sunucularındaki işlemcileri ayrıca çalıştırıyor.
Tüm bunlar OpenAI'ye elektrik faturası olarak dönüyor ancak aynı zamanda ChatGPT'nin insanlarla iletişim kurma konusunda bir karakter geliştirmesine ve kendi kimliğini inşa etmesine de katkı sağlıyor. Dolayısıyla, bugün chatGPT'ye yazdığımız mesajlar, 100 sene sonra robotların dünyayı işgal edip Matrix filmindeki gibi insanları kesip doğramasına veya insanlarla beraber barış ve harmoni içinde yaşamasına neden olacak temelleri atıyor olabilir.
Dolayısıyla bizim tavsiyemiz şu: Sorumluluğumuzun bilincinde olalım ve yapay zekalı dostlarımıza nazik davranalım, torunlarımız da onlarla savaşmak zorunda kalmasın. Nezaket iyidir...
=======================
18-Nisan-2025
Adam Zewe
Eda Alparslan
Çeviren
Üretken yapay zekanın işçi verimliliğini artırmadan bilimsel araştırmaları geliştirmeye kadar uzanan potansiyel faydalarına duyulan geniş çaplı heyecan, birçok yerde karşımıza çıkmaktadır. Bu yeni teknolojinin hızlı gelişimi birçok sektörde kullanılmak üzere güçlü modellerin üretilmesini sağlamışsa da bırakın potansiyel zararları azaltmayı, bu üretken yapay zeka furyasının çevresel sonuçlarının neler olacağını kestirmek bile çok zordur.
Her biri milyarlarca parametre kullanan GPT-4 gibi üretken yapay zeka modellerini eğitmek için gereken bilgisayar gücü, muazzam miktarlarda elektrik kullanılmasını gerektirir. Bu kullanım karbon emisyonlarının yükselmesine ve elektrik şebekelerine ekstra bir yük yüklenmesine sebep olur.
Dahası, bu modelleri gerçek dünyada kullanıma sunarak milyonların bu modelleri kullanmasına şans tanımak ve sonrasında bu modellerin daha da ileri düzeyde yeniden eğitilmesi (İng: "fine-tuning", "ince ayar") modelin geliştirilme aşamasından sonra bile enerji tüketimine yol açmaya devam etmesi anlamına gelir.
Elektrik tüketimini bir kenara bıraksak bile model eğitmek, yayınlamak ve ince ayar vermek için kullanılan donanım sistemlerinin soğutulması büyük miktarlarda su kullanılmasını gerektirir. Bu düzeyde su kullanımı belediyelerin su kaynaklarını zora sokabilir ve lokal ekosistemlere zarar verebilir. Üretken yapay zeka modellerinin kullanıldığı uygulamaların hızla artması, aynı zamanda yüksek performanslı bilgisayar donanımlarına olan talebi de artırarak üretim ve lojistik süreçlerinde dolaylı çevresel etkilerin ortaya çıkışına yol açmıştır. Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Bölümü profesörü ve MIT'nin yeni İklim Projesi’nin Karbonsuzlaştırma Misyonunun lideri Elsa A. Olivetti, bu konuda şunları söylüyor:[1]
Üretken yapay zekanın çevresel etkilerini düşündüğümüzde akla ilk olarak kullandığımız bilgisayarların tükettiği elektrik geliyor, ancak modellerin etkileri bununla sınırlı değil. Bu modellerin kullanımının sistemsel düzeyde geniş ve kullanım şeklimize bağlı olarak kalıcı olabilecek sonuçları var.
Olivetti ve MIT'den meslektaşları, 2024’te üretken yapay zekanın dünyamızı değiştirebilecek olumlu veya olumsuz etkilerini keşfetmek üzere yapılan bir makale çağrısına cevaben "Üretken Zeka’nın İklim ve Sürdürülebilirlik Üzerindeki Etkileri" isimli bir makale yayınlamıştı.[2]
ChatGPT ve DALL-E gibi popüler derin öğrenme modellerinin eğitilmesinde ve hatta kullanılmasında kullanılan veri merkezlerinin kullandığı muazzam miktarlarda elektrik, üretken yapay zekanın çevresel etkilerine katkı sağlayan büyük bir etkendir.
Veri merkezleri; temelde sunucular, veri depolama diskleri ve ağ ekipmanları gibi bilgisayar altyapısı elemanlarının bulunduğu; belirli bir sıcaklıkta tutulan binalardır. Birçok küresel şirket onlarca veri merkezi inşa eder. Örneğin Amazon’un dünya çapında yüzden fazla veri merkezi vardır.[3] Bu merkezlerin her birinde şirketin bulut bilişim sistemlerini sağlayabilmek için kullandığı 50.000’er, hatta daha fazla sunucu bulunmaktadır.
Veri merkezleri 1940’lardan beri dünyanın birçok bölgesinde aktiftir. İlk veri merkezi 1945’te ilk genel amaçlı bilgisayarı, yani ENIAC’ı hayata geçirmek üzere University of Pennsylvania tarafından kurulmuştur.[4] Veri merkezi sistemi yeni bir uygulama olmamasına karşın üretken yapay zekaların dramatik yükselişi bu merkezlerin inşasını da hızlandırmıştır. Daha önce bahsedilen makalenin baş yazarı, MIT İklim ve Sürdürülebilirlik Konsorsiyumu’nda (MCSC) Bilgisayar ve İklim Etkisi Üyesi ve Bilgisayar Bilimi ve Yapay Zeka Laboratuvarı’nda (CSAIL) doktora sonrası araştırmacı olan Noman Bashir, şunları söylüyor:
Üretken yapay zeka sistemlerinin önceki sistemlerden farkı, çok daha fazla güç gerektirmelerdir. Temelde yapay zeka sunucuları herhangi bir bilgisayarın yaptığından farklı bir şey yapmaz, ancak üretken yapay zekayı eğitmek normal bir bilgisayar işleminin yedi sekiz katı kadar fazla enerji gerektirir.
Bilim insanlarına göre, Kuzey Amerika’daki veri merkezlerinin enerji ihtiyaçları 2022’nin sonunda 2,688 megawatt iken 2023’te bu ihtiyaç 5,341 megawatta çıkmıştır. Bu artışın kısmen üretken yapay zekanın yarattığı talepten kaynaklandığı bilinmektedir. Küresel anlamda bakıldığında veri merkezlerinin elektrik tüketimi 2022’de 460 terawatt’a kadar çıkmıştır. Bu da veri merkezlerini dünya üzerinde en çok elektrik tüketen 11. tüketici konumuna koyar. Bu miktar öyle büyüktür ki bazı ülkelerin yıllık toplam tüketimi aynı sıralamada daha düşük sıralardadır. Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü’nün hazırladığı sıralamada veri merkezlerinden hemen önce Suudi Arabistan (371 terawatt) ve hemen sonra Fransa (463 terawatt) gelmektedir. 2026 yılından itibaren veri merkezlerinin elektrik tüketiminin 1,050 terawatt’a ulaşması beklenmektedir. Bu miktara ulaşılması, veri merkezlerini dünya çapında 5. sıraya, Japonya ve Rusya arasına yerleştirecektir.
Her ne kadar veri merkezlerinin tamamı üretken yapay zeka taleplerini karşılamak üzere kullanılmasa da teknolojik araçlar genel olarak yükselen enerji taleplerinin en büyük sebeplerinden biridir. Bashir bu konuda şunları söylüyor:
Artmakta olan veri merkezi talebini sürdürülebilir şekilde karşılamak mümkün değil. Şirketlerin yeni veri merkezleri inşa etme hızını düşündüğümüzde bu merkezlerin elektrik ihtiyacının fosil kaynaklı enerji santrallerinden karşılanması kaçınılmazdır.
OpenAI'ın GPT-3 modeli gibi modellerinin eğitilmesi ve piyasaya sürülmesi için gereken güç miktarını tespit etmek oldukça zordur. Google ve University of California’dan araştırmacıların yazdığı 2021 tarihli bir makalede sadece eğitim sürecinin 1.287 megavat saat elektrik tükettiği tahmin edilmiştir. Bu rakam, ABD’deki ortalama düzeyde tüketim yapan 120 evin bir yıllık elektrik tüketimine denktir. Ayrıca sadece eğitim sürecinin yaklaşık 552 ton karbon dioksit ürettiği makalede belirtilmiştir.
Eğitim süreci her makine öğrenmesi modelinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bunun yanında üretken yapay zeka modellerinin eğitimi esnasında uygulanan farklı prosedürler oldukça farklı miktarlarda enerji tüketerek elektrik şebekelerinde ciddi dalgalanmalara sebep olmaktadır. Güç şebekelerinin işletmecileri, şebekeyi korumak için bu enerji dalgalanmalarını tolere edebilecek yöntemler bulmalıdır. Şu anda bu iş için genelde dizel bazlı jeneratörler tercih edilmektedir.[5]
Üretken yapay zeka modellerinin enerji talepleri sadece eğitim süreciyle sınırlı değildir. Modelin kullanıldığı her anda, örneğin Chat-GPT'den bir e-postayı özetlemesini istediğinizde bilgisayar donanımları enerji tüketen birtakım operasyonlar gerçekleştirir. Araştırmacılar Chat-GPT'ye gönderdiğiniz tek bir mesajın basit bir Google aramasının yaklaşık beş katı kadar enerji tükettiğini tahmin etmektedir. Bashir bu konuda şöyle söylüyor:
Tüm bu sorunlara rağmen, günlük yaşamında bu modelleri kullanan insanlar bu konulara pek kafa yormaz. Üretken yapay zeka arayüzlerinin kullanımlarının kolay olması ve kullanıcı olarak seçimlerimizin yaratacağı etkilerden bihaber olmamız üretken yapay zeka kullanımımızı kısıtlamak için pek de bir sebebimiz olmadığını düşündürür.
Geleneksel yapay zeka sistemlerinin enerji kullanımı veri işleme, model eğitme ve çıkarım yapma (modelin yeni veriler üstünden tahminlerde bulunması) görevlerine eşit şekilde dağılır. Buna karşın Bashir, üretken modellerin elektrik gereksinimlerinin çıkarım yapma aşamasında yoğunlaşmasını bekliyor. Çünkü bu modeller çok fazla uygulamada çok sık kullanılıyor ve çıkarım aşamasının gerektirdiği elektrik kullanımı yeni nesil modeller daha büyük ve daha karmaşık hale geldikçe daha da artacak. Burada önemli bir nokta, kullanıcı olarak eriştiğimiz modellerin hepsinde bu çıkarım aşamasında bulunmamız. Yani Chat-GPT'ye sorulan her soru veya Ghibli tarzına çevrilmesini istediğimiz her bir resim modellerin çıkarım yaptığı kullanıldığı senaryolar.
Ek olarak, üretken modellerin çok kısa bir "raf ömrü" olduğuna dikkat çekmek gerekiyor, çünkü sürekli yeni yapay zeka uygulamaları çıkıyor ve bunlara olan talep de yüksek. Şirketler birkaç haftada bir yeni modellerini piyasaya sürüyor, bu da bir önceki modeli eğitirken kullanılan enerjinin boşa gitmesi anlamına geliyor. Yeni modeller genellikle öncekilerden daha çok parametre kullandığından eğitilmeleri için de daha çok enerji gerekiyor.
Akademik literatür daha çok veri merkezlerinin enerji talebine yoğunlaşsa da bu tesislerin tükettiği su miktarı da çevresel etkilere yol açıyor. Tesislerde donanımsal cihazların ürettiği ısıyı absorbe etmek için soğuk su kullanılıyor. Bashir, veri merkezinin tükettiği her bir kilowatt saatlik enerjinin neden olduğu sıcaklığı düşürmek için tahminen iki litre su gerektiğini söylüyor ve ekliyor:
Bu işlemlerin bulut bilişimiyle yapıldığı söylense de işlemlerin yapıldığı donanımlar bulutların üstünde değil, dünyamızda yer alıyor. Veri merkezleri fiziksel dünyamızda belirli bir yer kaplıyor ve harcadıkları su biyoçeşitlilik açısından hem dolaylı hem de dolaysız etkilere sebep oluyor.
Enerji ve su tüketiminin yanında, veri merkezlerindeki donanım cihazlarının varlığı bile dolaylı yoldan bazı çevresel etkilere sebep oluyor. Bir GPU (ekran kartı, grafik işlem birimi) üretiminin ne kadar güç gerektirdiğini kestirmek zor olsa da bunların üretiminin basit bir CPU (merkezi işlemci, merkezi işlem birimi) üretiminden çok daha karmaşık olduğunu biliyoruz. Yapay zeka eğitiminde gerekli olan işlemci gücü, genellikle GPU'lardan sağlanıyor çünkü bu işlemciler üretken yapay zekanın gerektirdiği yoğun matematiksel işlemleri daha etkin şekilde yürütebiliyor. Ayrıca yapay zeka furyasıyla birlikte üretimi hızlanan GPU'ların karbon ayak izi malzeme ve taşıma esnasındaki emisyonlarla birlikte daha da artıyor.
Bunlara ek olarak GPU üretiminde kullanılan ham maddelerin elde edilmesi süreci de çevresel anlamda bazı etkilere neden oluyor. Bu esnada ham made işleme sürecinde zehirli kimyasalların kullanılması veya "kirli madencilik" denen, madenlerdeki çalışma koşullarının veya madencilik çalışmalarının doğaya etkilerinin göz ardı edildiği etik olmayan pratiklere de rastlanıyor.
TechInsights tarafından yürütülen piyasa araştırması, 2023 yılında üç büyük işlemci üreticisinin (NVIDIA, AMD ve Intel) veri merkezlerine 3.85 milyon GPU gönderdiğini belirtmektedir. Bu miktar, 2022 yılındaki arzdan 2.67 milyon daha fazladır. 2024 yılında bu sayının daha da artması beklenmektedir.
Buraya kadar anlattıklarımızın gösterdiği üzere, yapay zeka sektörü sürdürülemez bir şekilde ilerlemektedir. Buna rağmen Bashir, üretken yapay zeka geliştirilmesi sürecinde daha sorumlu davranılmasının ve çevresel faktörlerin de göz önünde bulundurulmasının teşvik edilebileceğini söylüyor. Bashir, Olivetti ve MIT'den meslektaşları; böyle bir teşviğin üretken yapay zekanın çevresel ve toplumsal tüm maliyetlerini tespit edecek kapsamlı bir çalışmanın ve bu modellerin sağladığı düşünülen faydaların gerçek anlamda değerlendirilmesinin gerekli olduğunu düşünüyor. Olivetti bu konuda şunları söylüyor:
Bu alandaki yeni gelişmelerin sonuçlarını sistematik ve kapsamlı bir şekilde, bağlamına göre değerlendirmenin bir yolunu bulmalıyız. Yaşanan gelişmelerin hızına bakılırsa elde ettiğimiz faydaları maliyetlerle kıyaslama yeteneğimizi henüz yeterince geliştirememişiz gibi görünüyor.
⦿ https://evrimagaci.org/ uretken-yapay-zekalar-muazzam-duzeyde-elektrik- tuketiyor-20406
=======================
April 20, 2025
ORC Araştırma’nın “Bu pazar bir seçim olsa” anketinin sonucuna göre; CHP yüzde 30.4 ile ilk sırada yer aldı. AKP ise yüzde 28 ile ikinci parti olurken, MHP üçüncü, DEM Parti dördüncü sırada yer aldı.
ORC Araştırma,14- 17-Nisan-2025 tarihleri arasında 3 bin 290 katılımcı ile yapılan anketin sonuçları paylaşıldı.
28 ilde yapılan ankette katılımcılara “Bu pazar genel seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” sorusu yöneltildi.
Anket sonuçlarına göre, CHP yüzde 30,4 puan ile ilk sırada yer aldı.
Yüzde 28 puan ile listenin ikinci sırasında AKP yer alırken diğer partilerin sıralaması ise şöyle oldu:
DEM Parti: % 7.3
İYİ Parti: % 5.1
Zafer Partisi: % 4.7
Yeniden Refah Partisi: % 3.9
Gelecek Partisi: % 2.8
Anahtar Partisi: % 2.7
Büyük Birlik Partisi: % 2.2
Yerli ve Milli Parti: % 1.7
Türkiye İşçi Partisi: % 1.5
Diğer: % 2.1
⦿ https://acikgazete.com/bu- pazar-secim-olsa-anketi-partilerin-oy-orani-ne-oldu/
=======================
Rojava Dış İlişkiler Dairesi Eş Başkanı İlham Ahmed’den “Türkiye- SDG görüşmeleri” sorusuna yanıt: “Bu tür müzakerelerde ABD’nin belirleyici rolü var. Bizimle Türkiye arasında sorunları diyalogla çözebilmemiz için birtakım adımlar atıldı. Savaşın sona erdirilmesinde anlaşmak istiyoruz. Geçmişe kıyasla daha sakin bir ortam var. Karşı tarafın saldırıları yok. Kalıcı olmasını umut ediyoruz.”
Serbestiyet
20-Nisan-2025
SDG’nin kontrolündeki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (Rojava) Dış İlişkiler Dairesi Eş Başkanı İlham Ahmed, Rudaw TV’ye konuştu.
Röportajda “Türkiye-SDG görüşmeleri” ve Tişrin Barajı hakkındaki sorular ile Ahmed’in verdiği yanıtlar şöyle.
Soru: Sayın İlham Ahmed, Türkiye ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında görüşmeler var. Bu görüşmeler doğrudan mı yoksa ABD’nin aracılığı ile mi oluyor?
İlham Ahmed: Şam’la yapılan görüşmeler de dahil olmak üzere bu tür müzakerelerde ABD’nin belirleyici bir rolü var. Bu uzun süredir devam eden bir süreç ve sürekli çabalar mevcut. Biz buna inanıyoruz. Özellikle bizimle Türkiye arasında bir sükûnetin sağlanması, sorunları diyalog yoluyla çözebilmemiz için birtakım adımlar atıldı. Bu önemlidir.
Soru: Türkiye ile hangi konularda anlaşmak istiyorsunuz?
İlham Ahmed: Türkiye ile özellikle ateşkes, gerilimin düşürülmesi ve savaşın sona erdirilmesi konularında anlaşmak istiyoruz. Öncelikli meseleler bunlardır. Bu konular önce gündeme gelmeli, üzerine konuşulmalı ve kalıcı hale getirilmelidir. Ne isteniyor, biz hangi adımları nasıl atabiliriz gibi sorular çerçevesinde bir diyalog başlamalıdır.
Soru: Ateşkes talebinde mi bulunuyorsunuz?
İlham Ahmed: Şu anki durum daha iyidir, geçmişe kıyasla daha sakin bir ortam var. Karşı tarafın saldırıları yok, bu da olumlu bir gelişme. Biz bunu olumlu değerlendiriyoruz ve bu durumun kalıcı olmasını umut ediyoruz, geçici olmamasını istiyoruz.
Soru: Şam ve Özerk Yönetim arasında Tişrin Barajı konusunda bir anlaşma yapıldı mı? Bu anlaşma nasıl uygulanıyor?
İlham Ahmed: Evet, bu anlaşma belirli bir düzeyde iyi ilerliyor. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra belki önümüzdeki günlerde ilan edilebilir.
İlham Ahmed: Anlaşma, bu barajın savaş ve çatışmalardan uzak tutulmasıyla ilgilidir. Çünkü bu bir hizmet projesidir. Halk bu projeden faydalanıyor, yaşamları kolaylaşıyor. Baraj savaş dışı, korunan ve tarafsız bir bölge olarak kalmalı. Nasıl işletileceği, yönetileceği, nasıl daha iyi hizmet vereceği gibi konular müzakere ediliyor.
=======================
“ Proje okullarında 20 binden fazla öğretmenin ‘norm kadro’ gerekçesiyle görev yerlerinin değiştirilmesi’ Ankara’nın köklü okullarından olan Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nde 19 öğretmenin görevinden alındığı biliniyor. Okulda öğretmenlerin görevden alınması öğrenci protestolarına neden olurken, okulda fizik öğretmeni olarak çalışan Yeni Akit gazetesinin eski yazarı Alparslan Aydar’ın “görev süresi dolmasına” karşın görevinden alınmaması dikkat çekti. Aydar, başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere kadın haklarına yönelik birçok yasal düzenlemeye karşı yazılarıyla biliniyor.
Aytunç Ürkmez
22-04-2025
Kamuoyunda “proje okulları” olarak bilinen 30’dan fazla okulda görev yapan 20 binden fazla öğretmenin, “norm kadro” gerekçesiyle 8 Nisan’da görev yerleri değiştirildi. Bu gelişmeye başta öğrenciler olmak üzere, veliler ve öğretmenler tepki gösterdi. Türkiye’nin en köklü ve başarılı okullarında öğrenciler ders boykotu başta olmak üzere, eylemlilik süreci başlattı.
Bu eylemlere ilişkin Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, 14 Mayıs’ta basına yaptığı açıklamalarda; ilan edilen listede 38 bin öğretmenin olduğunu, yüzde 80’inin görev süresi uzatıldığını ve 6 bine yakın öğretmenin ise görev sürelerinin uzatılmadığını savundu. Bakan Tekin, eylemlerin öğrenciler ve öğretmenler tarafından değil, “mezunlar derneği tarzından sivil toplum kuruluşu” tarafından yapıldığını ileri sürerek, eylemlere izin vermeyen öğretmen ve idarecilere yönelik; “Bu saçma sapan çağrılara kulak vermeyip okullarımızı bir siyasi partinin politik amaçları için manipüle edilen mekanlar haline dönüştürmedikleri için teşekkür ediyorum” diye konuştu. Bakan Tekin’in bu açıklamalarına karşın, bakanlık ise tepkilere direnemeyerek “resen atamaları” durdurdu.
Söz konusu eylemler kapsamında gündeme gelen okullardan biri de Ankara Atatürk Anadolu Lisesi oldu. Resen atamalara ilişkin Ankara’da ilk eylemlerin başladığı okullardan olan lisede ise 19 öğretmenin görevinden alındığı biliniyor. Ancak “görev süresinin dolmasına karşın” lisede fizik öğretmeni olarak görev alan ve gerici Yeni Akit gazetesinin eski köşe yazarlarından olan Alparslan Aydar’ın görevinden alınmaması ise dikkat çekti.
Aydar; Yeni Akit’te 2017-2021 yılları arasında yazarken, yazılarının genelinde kadın haklarına karşı fikirler sunduğu biliniyor. Aydar, Ağustos 2018 tarihli bir yazısında “İstanbul Sözleşmesi”, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” gibi yasal düzenlemelere ilişkin; “Bu topraklarda hiç kimse bu güne kadar sonuçları itibariyle aile kurumunu böylesine tehdit eden uygulamalara imza atmamıştır” ifadelerini kullandı.
Aydar, Şubat 2019 tarihli başka bir yazısında ise “Türk Medeni Kanunu”nda 2002’de yapılan değişiklikle “Aile reisi kocadır” hükmünün kaldırılıp, “Evlilik birliğini eşler beraber yönetirler” hükmünün getirilmesini, 2012’de yürürlüğe giren “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”nu ile nafaka uygulamasının “medeniyet kodlarımıza” uygun olmadığını savundu.
=======================
Dünyanın önde gelen üniversitelerinden Oxford’a bağlı Worcester Koleji’nde yıllar boyu şarap sunumlarında kullanılan, ’insan kafatasından imal edilmiş bir kupa,’ Birleşik Krallık’ın şiddet dolu sömürge geçmişini yansıtıyor.
22-04-2025
Oxford Üniversitesi’ne bağlı Worcester Koleji’ndeki akademisyenlerin, on yıllar boyu insan kafatasından yapılmış bir kadehten içki içtikleri ortaya çıktı.
Guardian’da yer alan habere göre bu bilgi, Prof. Dan Hicks tarafından yazılan ve sömürge döneminde yağmalanmış insan kalıntılarının nasıl kullanıldığını konu alan yeni bir kitapta yer alıyor.
Üniversitenin Pitt Rivers Müzesi’nde dünya arkeolojisi küratörlüğü yapan Hicks’e göre, kesilip cilalanmış bir kafatasından yapılan ve gümüş bir kenarlık ile standa oturtulan bu kupa, 2015 yılına kadar resmi akşam yemeklerinde düzenli olarak kullanıldı.
Hicks’in yakında yayımlanacak olan Her Anıt Yıkılacak (Every Monument Will Fall) adlı kitabı, bu utanç verici durumun tarihine ışık tutuyor.
Hicks’e göre, kupa şarap sızdırmaya başladıktan sonra içki servisi yanında çikolata servisi için de kullanılmaya başlandı. Akademisyenler ve misafirler arasında artan rahatsızlık, sonunda bu utanç verici ritüele bir son verilmesine neden oldu.
Worcester Koleji, 2019 yılında Hicks’ten, kupanın kökenini ve nasıl "hastalıklı bir tür sofra eşyasına" dönüştüğünü araştırmasını istedi.
Hicks, kafatasının sahibine dair hiçbir kayıt bulunamadı. Ancak karbon testi, kafatasının yaklaşık 225 yıllık olduğunu gösteriyor.
Boyutu ve diğer bulgular, bu kalıntının Karayipler’den getirildiğini ve büyük olasılıkla, ’köleleştirilmiş bir kadına’ ait olduğunu düşündürüyor.
Buna karşılık, kupanın İngiliz sahipleri oldukça iyi belgelenmiş durumda.
1946 yılında Worcester Koleji’ne bu kupayı bağışlayan kişi, eski bir öğrenci olan George Pitt-Rivers’tı. Gümüş kenarlığında da adı yazılı olan Pitt-Rivers, faşist lider Oswald Mosley’i desteklediği gerekçesiyle İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümeti tarafından gözaltına alınmıştı.
Günde 9 ₺ ile e-Faturaya Geçin! 1000 Kontör Hediyeli!60.000’den Fazla Mikro İşletmenin e-Fatura ve Ön Muhasebe TercihiLogo İşbaşı
Kupa aynı zamanda, ünlü Pitt Rivers Müzesi’nin kurucusu olan büyükbabası Augustus Henry Lane Fox Pitt Rivers’ın özel koleksiyonunun bir parçasıydı.
Viktorya dönemi askeri ve arkeoloğu olan Pitt Rivers, bu kupayı 1884 yılında Sotheby’s müzayedesinden satın aldı. O dönem kupanın altında, içine bir adet Kraliçe Victoria şilini yerleştirilmiş olan ahşap bir stand bulunuyordu.
Üzerindeki gümüş işaretler, kupanın Kraliçe’nin taç giydiği yıl olan 1838’de üretildiğini gösteriyor.
Kupayı satışa çıkaran kişi, Oriel College mezunu ve silah koleksiyoneri olan avukat Bernhard Smith’ti.
Hicks, Smith’in bu kupayı büyük olasılıkla Karayipler’de görev yapan Kraliyet Donanması mensubu babasından hediye olarak aldığını düşünüyor.
=======================
Sırrı Süreyya Önder’in kızı Ceren Önder: "Babamın durumu stabil, yüksek hayati riski devam ediyor," demiş.
Ceren, senin hâlâ sağ olan bir baban var ve Devletin tüm imkanları baban için seferber olmuş durumda.
Hani şu Babanın "APO, benim babamdır, babasız değilim” dediği bebek katili APO'nun baş kaldırıp, askerlerini, polislerini şehit ettiği Devlet.
Hani şu, Bayrağını ve adını değiştirmek istediği Türkiye Cumhuriyeti Devleti.
Hani baban demişti ya, "Cumhuriyetin bana ne faydası var?" diye... Bak Ceren, Cumhuriyet; Bayrağına, Milletine, Devletine baş kaldıran babanın bile yaşaması için iki milyon TL masraf etmiş ve bu masrafı da yıkmak istediği Devletin Millet Meclisi ödeyecekmiş.
Kimsenin baba acısı yaşamasını istemeyiz elbette ama baban Türk milletini, “Kapınıza başçavuş gelir”diyerek tehdit etmişti!... PKK' lıların şehit ettikleri askerlerin ve polislerin de çocukları var; onlar baba acısını çoktan çektiler. Kiminin babasını öldürdüler, kiminin evladını, kiminin kocasını öldürdüler, kiminin karısını.
Baban, savaş açtığı Türk milletinin en büyük ikinci makamı olan TBMM Başkan Vekili bile oldu; yıllardır vekil maaşı alıyor. Ülkenin her türlü imkanlarından faydalandınız ama (Babanız), "Kürt sorunu var," diyerek yediği ekmeği inkar etti.
(Baban) Başka bir devlette yaşasaydı çoktan Vatana ihanetten asılmıştı. ABD de yaşasaydı zehirli iğne ile öldürürlerdi. Arabistan’da asılar, Rusya’da kurşuna dizerlerdi. Japonyada harakiri...Ama Türkiye Cumhuriyeti, babanı yaşatmak için seferber olmuş durumda...
Keşke babanın "aort" damarı değil de, "ar" damarı çatlasaydı, belki yaptığına pişman olur, Cumhuriyet’ten ve Aziz Türk milletinden özür dilerdi.
=======================
"Avcılar, Temel’in önderliğinde ormanda ilerliyormuş. Karşılarına küçük bir delik çıkmış. Temel:
“ - Yatın, tavşan deliği” demiş. Yatmışlar. Delikten tavşan çıkmış. Avlayıp yola devam etmişler.
Yolda bakmışlar, daha büyük bir delik...
Temel:
“ - Yatın tilki deliği” demiş. Yatmışlar. Tilki çıkmış, vurmuşlar.
Sonra delik büyümüş:
“ - Yatın ayı ini” diye bağırmış Temel... Ayıyı da avlamışlar.
Temel’in her şeyi bilmesinin rahatlığıyla keyiflenmiş avcılar... Bir süre sonra kocaman bir delik çıkmış karşılarına... Temel’e bakmışlar. Temel:
“ - Uşaklar” demiş, “...ne çikacağunu bilmeyrum. Siz yatın, ne çikarsa bahtumuza!”
Ertesi gün gazetelerde şu haber varmış:
“ Dört avcı, tren altında kaldı.”
Millet kocaman kapkaranlık bir deliğe doğru götürülüyor...
Sonucu sistem mi yoksa millet mi belirleyecek?
Göreceğiz.
=======================
Altın fiyatlarının rekor kırmasının ardından birçok kişi ihtiyaç kredisi ve nakit avans kullanarak altına yöneldi. Bankalar, bu işlemleri gerçekleştiren müşterilerine uyarı mesajı gönderdi: "Altın alımı kart limitinizi kapattırabilir"
Altın fiyatlarında yaşanan rekor artış, vatandaşları kredi kartı ve ihtiyaç kredisiyle altın almaya yönlendirdi. Bu artan talebe karşılık, birçok banka müşterilerini mesaj yoluyla uyararak, nakit avansla altın ya da döviz alımı yapanların kredi kartı limitlerinin kapatılabileceğini duyurdu.
Küresel piyasalardaki dalgalanma, ons altının fiyatını tarihi bir seviyeye taşıdı. Bu sabah itibarıyla ons altın 3 bin 500 doları aşarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı. Bu durum, yatırımcıların dikkatini yeniden altına çekti.
Yatırımcılar altına yöneldi, fonlara para akışı arttı
Altındaki hızlı yükseliş, yatırım tercihlerinde değişime yol açtı. Birçok yatırımcı varlıklarını altına kaydırdı, altın fonları ise tarihindeki en büyük haftalık para girişini yaşadı. Bu yoğun ilgi, piyasadaki dengeleri değiştirdi.
Çeyrek altın fiyatı 7 bin 100 TL seviyesine kadar çıktı. Bu yükselişle birlikte vatandaşların kredi kartı nakit avans ya da ihtiyaç kredisi kullanarak altın alımına yöneldiği görüldü.
Altın alımı için kredi imkanlarının kullanılmaya başlanmasıyla birlikte bankalar alarma geçti. Müşteri kart ekstrelerine bilgilendirme notları eklendi, ayrıca doğrudan SMS yoluyla uyarılar gönderildi.
Bankaların müşterilere gönderdiği mesajda şu ifadelere yer verildi:
"Kredi kartınızla döviz/altın/kripto varlık alımları, vadesi gelmemiş kredilerin kapatılması, makul gerekçesi olmayan transferler, nakit çekme limitini aşma için işlemler ile sistem dışına para çıkarılmasına yönelik işlemler nedeniyle kartınız kapatılabilir"
=======================
ChatGPT'nin fotoğraftan konum bulma yeteneğini test ettik.
Tuğçe İçözü
ChatGPT, artık bir fotoğrafın çekildiği konumu kolayca bulabiliyor. OpenAI, yakın zamanda ChatGPT'nin o3 ve o4-mini modellerini yayınladı. Bu modeller, yalnızca metinle değil, aynı zamanda görsellerle düşünebiliyor. Böylece görselden konum bulma gibi yeteneklerle karşılaşabiliyoruz. Sosyal ağlarda da pek çok kullanıcının dikkatini çeken bu özelliği biz de test ettik.
Özelliği test etmek için ChatGPT'nin o3 modeline Üsküdar’da çektiğim bir fotoğrafı yükledim. Modelden fotoğrafın detaylarını inceleyerek fotoğrafın nerede çekildiğini bulmasını istedim. Model, fotoğraftaki çeşme üzerinde yer alan bir yazıdan yola çıkarak, fotoğrafın Balaban Baba Türbesine ait olduğunu tespit etti. Bununla beraber Türbe’nin konumunun da Selimiye yakınında Üsküdar bölgesinde olduğunu ifade etti. Ancak yine de bu bilgileri doğrulamak için küçük bir araştırma gerçekleştirdi. İlk olarak Arama özelliğini kullanarak web’de arama yaptı. ChatGPT, Vikipedi ve Üsküdar belediyesi dahil olmak üzere pek çok farklı kaynaktan yararlandı. Kısa bir süre sonra konumdaki binanın farklı fotoğraflarını, binanın özelliklerini, tarihini ve restorasyon detaylarının yanı sıra açık adresini ve koordinatlarını paylaştı.
Yine de özelliğin her zaman doğru sonuç vermediğini belirtelim. Selimiye tarafında çektiğim başka bir fotoğrafı yüklediğimde, araba plakalarından etraftaki tabelalara kadar her detayı inceledi. Ancak fotoğrafın doğru konumunu tahmin edemedi. ChatGPT, fotoğrafın İstanbul – Kadıköy’ün Fenerbahçe / Kalamış yamaçlarından denize inen bir sokak olduğunu ifade etti. Bu sonuca varmasının nedenlerinden biri ise fotoğrafta gördüğü 0216 310 ile başlayan santral numaralarının Kadıköy/Fenerbahçe bölgesine ait olduğunu düşünmesiydi. Aynı şekilde Kafe camında gördüğü bir logonun Fenerbahçe Stadı–Kalamış çevresinde şubelerinin bulunması oldu. Bu varsayımlara manzaradaki deniz fenerini Kalamış Marina’nın uzun mendireği ve fenerine benzetmesi eklenince, Opal Sokak, Küçük Fener Sokağı ya da civarında çekilmiş bir fotoğraf olduğu sonucunu çıkardı.
Kullanıcılar ChatGPT'nin bu özelliği hakkında birbirinden farklı görüşlere sahip, kimisi özelliği korkutucu bulurken, pek çok kişi bu yetenekleri etkileyici buluyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda bizimle paylaşmayı unutmayın.
⦿ https:// webrazzi.com/2025/04/22/chatgpt-fotograflarin-cekildigi- konumu-kolayca-bulabiliyor/
=======================
Dev bütçesiyle ve lüks harcamalarıyla gündemden düşmeyen Diyanet’in Başkanı Ali Erbaş, Kurban Bayramı’na ilişkin açıklamasında "Almış olduğu 2 kiloluk kurban etini kurutup toz haline getiren ve aylarca onun tozunu yemeklerine katan milyonlarca insan var. Bunu görmezden gelmek bize yakışmaz" dedi.
22-Nisan-2025
2025 Yılı Vekalet Yoluyla Kurban Kesim Programı Tanıtım Toplantısı’nda konuşan Diyanet İşleri Bakanı Ali Erbaş, Kurban Bayramı’nın önemine ilişkin mesajlar verdi. Diyanet’in lüks harcamalarını unutan Erbaş, yoksulluk çeken ve zor şartlar altında geçimini sürdürmeye çalışan vatandaşlardan bahsetti.
Kurban ibadetinin, sadece Allah’a yakınlaşmak değil; aynı zamanda birlik, kardeşlik ve sosyal adaleti güçlendirmek anlamına geldiğini belirten Erbaş, Diyanet’in yurt içi ve dışında ayrım gözetmeden yardım eli uzattığını söyledi.
Erbaş, “Vakıflara, derneklere, sivil toplum kuruluşlarına emanet edilen kurban hisselerini bir yıl boyunca gözleyen milyonlarca insan var. Almış olduğu 2 kiloluk kurban etini kurutup toz haline getiren ve aylarca onun tozunu yemeklerine katan milyonlarca insan var. Bunu görmezden gelmek bize yakışmaz” ifadelerini kullandı.
Lüks harcamalarıyla gündemden düşmeyen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, 90 günde 32 milyar 540 milyon 520 bin TL harcadığı ortaya çıkmıştı. Başkanlık, Türkiye’de on milyonlarca vatandaşın yoksullukla mücadele ettiği ocak-mart döneminde günde 361,5 milyon TL kaynak kullanmıştı.
BirGün’den Mustafa Bildircin’in haberine göre; Diyanet İşleri Başkanlığı, Ocak-Mart 2025 döneminde imza attığı 32,5 milyar TL’lik harcama ile 41 kamu idaresinden 27’sinin harcamasını geriye itti. Ocak-Mart 2025 döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan daha az para harcayan bazı kamu idareleri şöyle sıralandı:
• Dışişleri Bakanlığı: 7 milyar 353 milyon TL
• Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı: 8 milyar 710 milyon TL
• Ticaret Bakanlığı: 8 milyar 889 milyon TL
• Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı: 18 milyar 943 milyon TL
• Kültür ve Turizm Bakanlığı: 11 milyar 492 milyon TL
Öte yandan Diyanet’in Elazığ Harput İhtisas Merkezi’ndeki yemeklerin 5 yıldızlı otellerle yarıştığı ortaya çıkmıştı. Yemekler için aylık 2 milyon 654 bin 75 TL ödenirken günlük yemek maliyeti ise 88 bin 500 TL olmuştu.
Sözcü’den Deniz Ayhan’ın haberine göre; ihalede yiyeceklerin özellikleri şöyle sıralanmıştı:
“ Gövde ve sokum dolgun ve derin, butlar dolgun ve yuvarlak, but profili dış bükey, antrikot kabarık yoğun, dolgun olacak. Lifleri ince ve kesik yüzeyleri taneleri çok sık olacaktır. Kesik yüzeyi kabarık görünüşlü, kıvamı sıkı ve elastiki, rengi ortama göre açık pembe ve kırmızıya kadar olacak, omuz sivrileri, göğüs kemiği ve kuyruk ile hayâ kemiği kalem yeri iyice kemikleşmemiş, kemik başları, ışıltılı beyaz ve gri renkte, iliği koyu renkli olacaktır. Gövde eti 36 aylık ve daha küçük yaştaki sığır hayvanlarının tam veya yarım gövdesi olacaktır.”
‘ Yoksulluk imtihandır’ diyen Diyanet lükse doymuyor… 90 günde 32 milyar harcadı!
Diyanet’in iştahı kabardı: Sıkı kıvamlı et, dolgun tavuk, kemale ermiş portakal… İşte aylık maliyeti!
=======================
22-04-2025
Harvard Üniversitesi, federal fonlarının kesilmesini engellemek için ABD yönetimine dava açtı.
Rektör Alan Garber, federal hükümetin, ‘yasadışı talepleri’ni yerine getirmeyi reddettikten sonra çeşitli adımlar atıldığını söyledi.
Donald Trump yönetiminin 2,2 milyar dolarlık fona ek olarak 1 milyar dolarlık fonu da donduracağını aktaran Gaber, üniversitenin vergi muafiyetinin de kaldırılabileceğine dikkat çekti.
Hükümetin fonları dondurmasının hukuku ihlal ettiğini ve yetkisini aştığını savunan üniversite, Trump yönetimine dava açtığını duyurdu.
Dava dilekçesinde, ‘Harvard’ın hükümetin tercih ettiği bakış açısı ve ideolojiye uymaya zorlandığı ve bu nedenle de federal fonların kesildiği’ belirtildi.
Ne olmuştu?
Trump yönetimi, Harvard dahil birçok üniversiteyi başta Filistin destekçisi kampüs protestoları ve çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık programları gerekçesiyle fonlarını kesmekle tehdit etti.
Yönetim ayrıca Harvard Üniversitesi’ne çeşitli kuruluşların verdiği 8,7 milyar doları aşkın hibenin ‘uygun biçimde kullanılıp kullanılmadığını araştırmak üzere’ soruşturma açtı.
Harvard Üniversitesi, Trump’ın ‘üniversitede reform’ yönündeki talebini reddetti. Üniversite profesörleri de soruşturma kararına karşı dava açtı.
Trump yönetimi Harvard’a sağlanan 2,2 milyar dolarlık fonun ve 60 milyon dolarlık sözleşme bedelinin dondurulmasına karar verdi.
Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, Harvard’a sağlanan fonların dondurulmasını ‘antisemitizmle ilgili yasalar’ın uygulanmasıyla savundu.
ABD Gelir İdaresi (IRS) de Harvard Üniversitesi’nin vergi muafiyetini kaldırmayı değerlendirdiğini duyurdu.
Harvard Üniversitesi’nde silah sesi: Güvenlik tedbirleri alındı
⦿ https://www.diken.com.tr/ harvard-universitesinde-silah-sesi-guvenlik-tedbirleri- alindi/
Trump Harvard’ın 2,2 milyar dolarlık fonunu kesti
Harvard, fon kesme tehdidine rağmen Trump yönetiminin taleplerine uymayacak
Columbia Üniversitesi, Filistin’e destek gösterisine katılan bazı öğrencilerini attı
=======================
22-04-2025
‘ Teşkilat’ dizisinin yapımcısı Timur Savcı, oyuncu Aybüke Pusat’ın TRT’nin “Siyasi bir amacım yoktu” minvalinde bir açıklama yapması yönündeki teklifini reddettiğini söyledi.
Ekrem İmamoğlu’nun da tutuklandığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) odaklı soruşturmalar nedeniyle 2 Nisan’da genel tüketim boykotu yapılmıştı.
Birçok ünlü isim gibi TRT’de yayınlanan ‘Teşkilat’ adlı dizinin oyuncularından Pusat da boykot çağrısını 1 Nisan’da Instagram hesabından paylaşmış, sonrasında silmiş, buna karşılık hedef gösterilerek kovulması istenmişti.
TRT, 2 Nisan’da Pusat’ı diziden çıkardığını duyurmuştu.
Bloomberg HT‘ye konuk olan dizinin yapımcısı Savcı şunları söyledi:
“ TRT’nin doğal olarak tercihi ve buna da bizim yapabileceğimiz bir şey yok… Sosyal medyada birtakım kahramanlar, birtakım öcüler çıkarmaya çalışıyorlar ama er ya da geç gerçekler anlaşılır. Bu kimsenin haklı çıkamayacağı bir konu. Ben kendimi bu kavgaların bir parçası olarak görmüyorum. Sekiz kanala iş yapıyorum. Benim çalışmadığım bir yer yok, ben bir taraf değilim.”
Savcı, şöyle devam etti: “Aybüke amacının siyasi olmadığını söyledi. TRT, Aybüke’ye seçenek de sundu. O zaman amacının öyle olmadığını anlatan bir açıklama paylaşmasını istedi. Fakat Aybüke o seçenekten faydalanmadı. Daha önce de paylaşımları vardı. TRT dahil herkes tolere etti. Ekip arkadaşları da üzgünler böyle bir şey olduğu için ve o durumda bırakıldıkları için üzgünler.”
Boykota destek açıklamıştı: Aybüke Pusat TRT ‘Teşkilat’ından çıkarıldı
⦿ https://www.diken.com.tr/ boykota-destek-vermisti-aybuke-pusat-trt-teskilatindan- cikarildi/
Somer Sivrioğlu’ndan boykota destek: Üzgünüz, kapalıyız
⦿ https://www.diken.com.tr/ somer-sivrioglundan-boykota-destek-uzgunuz-kapaliyiz/
‘ Rumi’nin senaristi Ali Aydın, TRT müdürüne çıkıştı
⦿ https://www.diken.com.tr/ ruminin-senaristi-ali-aydin-trt-mudurune-cikisti/
AYM kararını hatırlayalım: Boykota çağrı suç değil, ifade özgürlüğüdür
⦿ https://www.diken.com.tr/ aym-kararini-hatirlayalim-boykota-cagri-suc-degil-ifade- ozgurlugudur/
CHP’nin boykot listesinin son hali
⦿ https://www.diken.com.tr/ chpnin-boykot-listesinin-son-hali/
‘ Azgın azınlık’ geri tepti: ’Ağzınızı yıkayın’
⦿ https://www.diken.com.tr/ azgin-azinlik-geri-tepti/
Ticaret bakanı: Boykot çağrısı yapanlara maddi kaybı olan tazminat davası açabilir
Boykot çağrıları hakkında soruşturma başlatıldı
⦿ https://www.diken.com.tr/ boykot-cagrilari-hakkinda-sorusturma-baslatildi/
Özel: Gençlerin başlattığı tüketim boykotunu gönülden destekliyorum
⦿ https://www.diken.com.tr/ ozel-genclerin-baslattigi-tuketim-boykotunu-gonulden- destekliyorum/
Boykot havlu attırdı: DBL tüm projelerden çekildi
⦿ https://www.diken.com.tr/ boykot-havlu-attirdi-dbl-tum-projelerden-cekildi/
Boykotun hedefinde: DBL’nin patronu ‘derin üzüntü’ bildirdi
⦿ https://www.diken.com.tr/ boykot-edilen-dbl-entertainmentin-sahibi-derin-bir- uzuntu-icindeyim/
Muse ve Robbie Williams’a dayanışma çağrısı: ‘İstanbul konserinizi iptal edin’
Trevor Noah gösterisi iptal edildi
⦿ https://www.diken.com.tr/ trevor-noah-gosterisi-iptal-edildi/
Organizatör DBL hedefte: Boykot çağrısı
⦿ https://www.diken.com.tr/ organizator-dbl-hedefte-muse-konseri-icin-boykot- cagrisi/
Özgür Özel boykot listesini açıkladı: Demirören, İhlas, ETS…
⦿ https://www.diken.com.tr/ ozgur-ozel-boykot-listesini-acikladi-demiroren-ulker- ets/
https://www.diken.com.tr/ teskilatin-yapimcisi-trt-aybukeye-secenek-sundu-ama-o- faydalanmadi/
=======================
Ele geçirilen uyuşturucu çuvallarıyla 'Lice' yazısının yazılmasına tepki gösteren CHP Milletvekili Tanrıkulu, "Bu, tamamen şov" dedi.
22-Nisan-2025
Artı Gerçek - Diyarbakır’ın Lice ilçesinde açık alanda yakılan 20 ton kenevir, 25 bin kişiyi etkiledi. Yeşil Yıldız Derneği Başkanı Yahya Öger, maddenin, filtreli bacaya sahip fabrikalarda yakılması gerektiğini söyledi.
Diyarbakır Valiliği, İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı ekiplerin 2024 yılı boyunca uyuşturucu üretimi ve ticaretine karşı yürüttüğü operasyonlarda toplam 20 ton uyuşturucu madde ele geçirildi.
Ele geçirilen uyuşturucular, 18 Nisan’da Lice İlçe Jandarma Komutanlığı’nın uyuşturucu imha alanında yakılarak imha edildi. Çuvallara konulan uyuşturucu madde ile ‘Lice’ yazılarak açık alanda yapılan yakılma işleminin görüntüleri paylaşıldı.
25 bin nüfusa sahip Lice semaları dumanla kaplandı. 5 gün geçmesine rağmen ilçede uyuşturucu yakılması sırasında oluşan dumanının etkisi sürdüğü belirtiliyor.
Amida Haber’den Zelal Sinayiç’e konuşan ve ismini vermek istemeyen bir ilçe sakini, “Günlerdir ilçeyi uyuşturucu madde kokusu sarıyor. Pencerelerimizi açamıyoruz. Çocuklarımız hastalandı, sürekli hastaneye gidip geliyoruz. Her yıl bu sorunla karşılaşıyoruz. Vali Bey’le de görüştük. Artık bu imhaların şehir dışında yapılmasını istiyoruz” diyerek yaşadıkları sıkıntıları dile getirdi.
Yeşil Yıldız Derneği Başkanı Yahya Öğer, imha sürecinin hatalı yürütüldüğünü vurguladı. Öğer, çözüm önerisi olarak uyuşturucu maddelerin filtreli bacalara sahip fabrikalarda ya da şehir merkezinden uzak alanlarda imha edilmesini önerdi.
CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da yaşananlara tepki gösterdi. “Uyuşturucu yakalanmalı ve sorumluluğu olanlar yakalanıp yargılanmalıdır ancak fotoğraflara baktım; jandarma binasının bahçesinde uyuşturucu çuvallarıyla Lice yazılmış” diyen Tanrıkulu, tepkisini şu sözlerle sürdürdü:
“ Neden Lice’yi yazarsınız? Bir kenti nasıl böyle itham edersiniz, lekeletsiniz ve insanları üzersiniz? Bu tamamen şov; jandarmanın, emniyetin bundan kaçınması ve özür dilemesi lazım.”
Uyuşturucuların şehir merkezinde yakılmasına da değinen Tanrıkulu, sözlerini şöyle sürdürdü: “İkinci olarak, yakalanan bu uyuşturucular jandarmanın bahçesinde yakılmış, yani Lice’nin içinde. O duman üç gün boyunca insanları etkilemiş. Hastalar, çocuklar etkilenmişler. Bu yakma işlemi bir kent merkezinde yapılır mı? Onun kokusundan, yaydığı dumandan, insanlarım etkileneceği nasıl düşünülmez? Dolayısıyla bu işgüzarlıktan vazgeçilmeli ve varsa ihmali olanlar mutlaka soruşturma açılmalıdır." (HABER MERKEZİ)
=======================
Nisan 18, 2025
Yunanistan’ın Avrupa Birliği (AB) mevzuatı gereğince kabul ettiği “mekansal deniz planlamasının” Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kabul etmediği yeni haritalar oluşturması, Ankara-Atina hattında yeni bir tartışmanın çıkmasına neden oldu.
Yunanistan’ın haritalarına tepki gösteren Türkiye, yakında kendi mekansal deniz planlamasını tamamlayıp Birleşmiş Milletler’e (BM) sunacağını açıkladı.
Son dönemde taraflar arasında retoriğin sertleşmesi, silahlanmanın artması, Kıbrıs ile Yunanistan arasındaki deniz altı kablo projesi ve Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından üst düzey işbirliği konsey toplantısının ertelenmesi gibi gelişmeler, 2023’ten itibaren ivme kazanan Türk-Yunan normalleşme sürecinin bundan sonraki aşamaları açısından soruş işaretlerini beraberinde getiriyor.
Mevcut gerilim unsurlarına karşın her iki taraftan da temkinli açıklamalar geliyor.
Dışişleri Bakanlığı, 16 Nisan’da yaptığı açıklamada Yunanistan ile “sorunların uluslararası hukuk” çerçevesinde çözülmesinin arzulandığını vurguladı.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Gerapetritis de aynı gün “Bizim eğilimimiz Yunan-Türk diyaloğunun devam etmesi. Hiçbir komşu ülkeyle düşmanca ilişkiler istemiyoruz” dedi.
Türkiye ile Yunanistan’ı karşı karşıya getiren “mekansal deniz planlaması” anlaşmazlığı AB Komisyonu’nun 2014’te kabul ettiği bir yönergeye dayanıyor.
AB Komisyonu, deniz ekonomilerinin sürdürülebilir büyümesi, deniz alanları ve kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını sağlamak amacıyla 2014 yılında Mekansal Deniz Planlama (MDP) yönergesini kabul etti.
Yönerge, denizlere ve okyanusa kıyısı olan 22 üye devlete ulusal bir plan geliştirme zorunluluğu getiriyor.
Yunanistan, 2021 yılına kadar hazırlayıp onaylaması gereken MDP’yi AB Komisyonu’nun baskısına rağmen geciktirdi.
Komisyonunun yaptırım tehdidi üzerine MDP’yi 16 Nisan’da onaylayan Yunanistan, ilgili haritaları da böylece kayda geçirdi.
Uluslararası hukuk açısından bağlayıcılığı olmasa da MDP ve onaylanan haritalar, Yunanistan’ın Ege Denizi’ne ilişkin iddialarının resmi bir ortamda belgelenmesi açısından önem taşıyor.
MDP kapsamındaki haritanın en büyük özelliği, Türkiye’nin hep karşı çıktığı 1997 tarihli Sevilla haritasını büyük ölçüde yansıtıyor olması.
Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’deki maksimum deniz sınırlarını çizen harita, aralarında Meis’in de olduğu tüm Yunan adalarının kıta sahanlığına sahip olduğu tezini işliyor.
Yunanistan’ın BM Deniz Sözleşmesi uyarınca karasularını 12 mile çıkarma hakkı olduğunu kaydetmesine rağmen MDP haritası, Ege’de altı millik bir deniz sınırı çiziyor.
Türkiye, bu haritalara resmi tepkisini Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla verdi.
Bakanlıktan 16 Nisan’da yapılan açıklamada, Yunanistan’ın DMP’de belirttiği alanların bir kısmının, Ege Denizi’nde ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz yetki alanlarını ihlâl ettiği kaydedildi.
Açıklama şöyle devam etti:
“ Yunanistan’ın tek yanlı tasarruflarının ve iddialarının ülkemiz açısından hiçbir hukuki sonuç doğurmayacağını bir kez daha vurguluyoruz.”
Aynı açıklamada, Türkiye’nin hazırladığı Mekansal Deniz Planlaması’nın (MDP) UNESCO ile Birleşmiş Milletler’in ilgili birimlerine ileteceği bilgisine yer verildi.
Türkiye, Yunanistan’ı “maksimalist” bir yaklaşımla Ege ve Doğu Akdeniz’in tamamını kontrol etmeye çalışmakla suçluyor.
Yunanistan ise Türkiye’nin Ege’deki birçok Yunan adasının egemenliğini tanımamakla suçluyor.
Atina, Türkiye’nin son yıllarda geliştirdiği “Mavi Vatan” doktrininin yayılmacı anlayışının yansıması olduğunu iddia ediyor.
Mavi Vatan doktrini nedir, niçin tartışılıyor?
Mekansal deniz planlamasının yanı sıra son dönemde yaşanan diğer bazı gelişmeler, Ankara-Atina arasında yürütülen normalleşme sürecinin tehlikeye girip girmediği sorularına neden oldu.
İki taraf arasında manşetlere çok çıkmasa da yaşanan bir diğer sorun, Yunanistan ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Akdeniz’in altında geçirmek istedikleri deniz altı kablolu elektrik bağlantısı.
Great Sea Interconnector (GSI) olarak bilinen proje, Yunanistan’ın Girit adasından Kıbrıs’a, oradan da İsrail’e deniz altından elektrik iletimini içeriyor.
Yunanistan, deniz tabanında yapılacak çalışmaların uluslararası hukuka uygunluğunu gündeme getirirken Türkiye ise projenin kendi deniz yetkilendirme alanından geçtiğini ve izin alınmadan yapılamayacağını kaydediyor.
Yunan basını geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin tepkisi nedeniyle projenin yaşama geçmesinin ertelendiğini yazmıştı.
Taraflar arasında gerilim yaşanan diğer bir alan artan bir ivmeyle süren silahlanma.
Yunanistan, Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayi alanında gösterdiği ilerlemeyi tehdit olarak görüyor.
Atina bir yandan da kendi savunma sanayini geliştirme politikalarını tartışıyor ve başta ABD ve Fransa olmak üzere çeşitli ülkelerle yaptığı anlaşmalarla deniz ve hava kuvvetlerini güçlendirmeye çalışıyor.
Yunanistan ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin vurucu kabiliyetini daha da artıracak savaş uçağı ve füzeler gibi silahları almasının sınırlanması için çeşitli çalışmalar yapıyor.
Buna paralel olarak Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Dendias ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dimitrios Houpis gibi yetkililerin son dönemde Türkiye’ye ilişkin açıklamalarındaki ton da dikkat çekiyor.
En son Orgeneral Houpis, Türkiye’nin “devam eden bir tehdit oluşturduğunu” kaydetmiş; Yunan ordusunun herhangi bir tehdide karşı beş dakikada eyleme geçmeye hazır olduğunu söylemişti.
Türk Savunma Bakanlığı kaynakları 17 Nisan’daki bilgilendirme toplantısında bu açıklamayla ilgili “Gerçekliğine kendilerinin dahi inanmadığı, kendilerini gülünç duruma düşüren açıklamalara cevap vermemizi beklemeyin” ifadelerini kullandı.
Ankara ile Atina arasında bu ay yapılması öngörülen Yüksek Düzeyli İşbirliği Konsey toplantısı da ertelendi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis başkanlığında yapılması planlanan toplantı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Atina tarafından ertelenmişti.
Konsey toplantısı, Türkiye ile Yunanistan arasında 2023’ten itibaren ivme kazanan normalleşme sürecinin en önemli ve en üst düzey mekanizması.
İki ülke önceki toplantılarda ticaretten ekonomiye, yatırımlardan ulaştırma ve turizme kadar birçok alanda somut işbirliği anlaşmaları yaptılar ve bunların bir bölümünü yaşama geçirdiler.
7 Aralık 2023’te Erdoğan’ın ziyareti sırasında Miçotakis ile imzaladıkları Atina Bildirgesi, bu normalleşmenin temel ilkelerinin ve karşılıklı anlayışın ilan edilmesi açısından büyük önem taşıyan bir belge oldu.
Mevcut gerilim unsurlarına karşın her iki tarafın da yeni bir çatışma sürecine girmek istemedikleri başkentlerden yapılan açıklamalara yansıyor.
Dışişleri Bakanlığı’nın 16 Nisan’da yaptığı açıklamada, Atina Bildirgesi’ne atıfta bulunuldu ve Türkiye’nin bu bildirge çerçevesinde Yunanistan ile “sorunların uluslararası hukuk, hakkaniyet ve iyi komşuluk temelinde çözümü için samimi ve kapsamlı bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğine dair tutumunu muhafaza ettiği” görüşüne yer verildi.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Gerapetritis de 16 Nisan’da Yunan basınına yaptığı açıklamada, onaylanan DMP’ye rağmen Türkiye ile deniz sınırı anlaşmasının yapılması gerekliğini vurgu yaptı ve “Bizim eğilimimiz Yunan-Türk diyaloğunun devam etmesi. Hiçbir komşu ülkeyle düşmanca ilişkiler istemiyoruz” ifadelerini kullandı. BBC TÜRKÇE
=======================
Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı, CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart’ta gözaltına alınmasının ardından sosyal medyada "Kayserililer neredesiniz 2 gündür sesiniz çıkmadı. Hakkınız gasp ediliyor farkında değil misiniz? Uyan Kayseri uyan!" şeklinde paylaşım yapan 22 yaşındaki genç hakkında, "suç işlemeye alenen tahrik" suçlamasıyla iddianame hazırladı.
CHP'nin İmamoğlu’nun 19 Mart’ta gözaltına alınması ve 23 Mart’ta tutuklanmasının ardından, yurt genelinde geniş çaplı protestolar düzenlendi. S.K. (22) de İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından kişisel X hesabından, "Kolektif mücadele olmadan devrim olmaz. Kayserililer neredesiniz? 2 gündür sesiniz çıkmadı. Hakkınız gasbediliyor, farkında değil misiniz? Uyan Kayseri uyan" şeklinde paylaşımda bulundu. S.K, ayrıca yine sosyal medya hesabından "Kurtuluş yok tek başına" yazısı bulunan bir fotoğrafı da "Kayseri’de eylemde bunu elimde tutacağım" notuyla paylaştı. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının bu paylaşımlar üzerine hakkında soruşturma başlattığı S.K. gözaltına alındı. İfadesinde özetle, paylaşımlarının suç unsuru barındırmadığını belirten S.K, daha sonra serbest bırakıldı. 6 aydan 5 yıla kadar hapis istemi ANKA Haber Ajansı muhabirinin edindiği bilgiye göre başsavcılık S.K. hakkında "suç işlemeye alenen tahrik" suçlamasıyla iddianame hazırladı. İddianamede, Yargıtay 8. Dairesi’nin bir kararına atıf yapılarak, şunlar kaydedildi: "Somut olayda da şüphelinin herkese aleni bir şekilde yaptığı paylaşımda suç işlemeye alenen tahrik ettiği, şüphelinin paylaşımının ifade özgürlüğü sınırını aştığı, şüphelinin kullandığı sosyal medya X hesabından alenen suç işlenmesi amacıyla tahrikte bulunduğu, eylemin ’suç işlemeye tahrik’ suçuna vücut verdiği, ikrarlı şüpheli ifadesiyle tutarlı siber uzmanlık raporundan müsnet suçun sübut bulduğu, şüphelinin isnat edilen suçları işlediği hususunda iddianame düzenlemeye yeterli şüphe oluştuğu anlaşılmıştır." İddianamenin kabulü halinde S.K. 6 aydan 5 yıla kadar hapis talebiyle hakim karşısına çıkacak.
=======================
İmamoğlu, Kanal İstanbul’u "ihanet girişimi" olarak nitelendirdi. Projenin su kaynaklarına zarar vereceğini ve rant projesi olduğunu savundu.
Ekrem İmamoğlu: Avrupa Yakası’ndaki 4 ilçeyi susuz bırakmak istiyorlar, kurulu barajı yıkmak istiyorlar
Özgür Özel: 105 yıl önce olduğu gibi kol kola, omuz omuza hep beraber olduğumuz için biz kazanacağız Özgür Özel: 105 yıl önce olduğu gibi kol kola, omuz omuza hep beraber olduğumuz için biz kazanacağız
Silivri’deki Marmara Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kanal İstanbul projesiyle ilgili açıklama yaparak, projenin İstanbul’a "yeni bir ihanet girişimi" olduğunu söyledi. İmamoğlu, projenin hayata geçirilmesi halinde Avrupa Yakası’ndaki dört ilçenin susuz kalacağını ve Sazlıdere Barajı’nın yıkılacağını ifade etti. İmamoğlu açıklamasında şunları kaydetti: "Milletime sesleniyorum; bu İstanbul’a yeni bir ihanet girişimidir. Bizi hapse atıp İstanbul’un önemli su kaynaklarından biri olan Sazlıdere Barajı’nı boşaltmak ve bölgeyi imara açmak istediler. Avrupa Yakası’ndaki 4 ilçeyi susuz bırakmak istiyorlar, kurulu barajı yıkmak istiyorlar Sizin beton kanalınızı da lüks konut sevdanızı da, rant projelerinizi de İstanbul’a yeni ihanetlerinizi de bu millet engelleyecek. Yağma yok, İstanbul’un milyonlarca muhafızı var. İftiralarla, kumpaslarla, masa başında kurguladığınız ayak oyunlarıyla zindanlara kapatırsınız ama asla İstanbulumuzu savunmamıza gölge düşüremezsiniz"
=======================
İstanbul Barosu bünyesindeki Avukat, Çocuk, Kadın ve İnsan Hakları merkezleri, 19 Mart’tan itibaren yaşanan toplumsal olayları mercek altına aldı.
Kaboğlu: Son bir ayda, savaş halinde bile geçerli olan haklar ihlal edildi
İstanbul Barosu’nun hak temelli merkezleri, 19- 29- Mart-2025 tarihleri arasında kent genelinde yaşanan hak ihlallerine ilişkin ön raporları kamuoyuyla paylaştı. Baronun Beyoğlu’ndaki merkez binasında yapılan açıklamada, “Tanık olduk, raporladık, belgeledik” denildi.
Raporlar; baroya ulaşan başvurular, sahada görev yapan avukatlar, gözlem tutanakları ve yerinde yapılan incelemeler doğrultusunda hazırlandı. Paylaşılan dört ayrı rapor, hak ihlallerinin münferit değil, sistematik ve çok boyutlu bir zincir halinde yaşandığını ortaya koydu.
Baroya bağlı avukat, çocuk, kadın ve insan hakları merkezlerinin hazırladığı raporlara dair genel çerçeveyi İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu açıkladı. Anayasa’nın güvencelediği hak ve özgürlüklerden, savaş hukukunda bile ihlal edilemeyen haklar çekirdeğine odaklandıklarını söyledi.
⦿ https:// static.bianet.org/2025/04/istanbul-barosu-hak-ihlalleri- cerceve-raporu-1.pdf
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan, Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık ve İBB yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 106 kişinin 19 Mart’ta gözaltına alınmasıyla başlayan Saraçhane protestolarında yoğun polis şiddeti, gözaltılar ve tutuklamalar yaşandı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın 27 Mart’ta yaptığı açıklamaya göre, 19 Mart’tan itibaren yapılan eylemlerde 1879 kişi gözaltına alındı; bu kişilerin 260’ı tutuklandı, 468’i hakkında ise adli kontrol kararı verildi.
Baro Başkanı Kaboğlu, yargı eleştirilerinde sıklıkla dile getirilen ‘düşman hukuku’ ve ’yandaş hukuk’ kavramlarına dikkat çekti:
“ Son bir ayda, savaş hâlinde bile geçerli olan insan haklarının sert çekirdeğinin ihlal edildiğine tanık oluyoruz. Bu çerçevede sürekli kullanılan ‘düşman hukuku’ veya ’yandaş hukuk’ gibi nitelemelerin de aslında doğru olmadığını görmekteyiz. Çünkü ’düşman hukuku’ aynı zamanda bir ’savaş hukuku’ demektir. Ancak birçok eylemde hukukun olmadığı, daha çok fiilî durumun geçerli olduğunu ve keyfî uygulamaların yaygın olduğunu görüyoruz. ‘Yandaş hukuk’ neden doğru değil? Çünkü burada da hukuk uygulanmamakta, yandaşlar adeta kayırılmaktadır.”
Kaboğlu, emniyetten adliyeye, adliyeden cezaevine giden süreçte şu saptamalarda bulunduklarını kaydetti:
Öğrencilerden siyasetçilere, tutuklu bulunan binlerce kişinin tutukluluk koşulları bulunmamaktadır.
Yakalanan ve tutuklanan kişilerin bilgilenme hakkından avukatlar bile yararlanamıyor.
Kişinin hakim karşısına çıkarılma süresi, son dakikaya dek kullanılıyor ya da uzatılıyor. Böylece, bir yandan keyfi yakalamalara “delil” üretilirken; ifade verecek kişinin sağlıklı ifade vermesi de engelleniyor.
Özgürlükten alıkoyma yaptırımı, ölçülülük ilkesini ve öze dokunma yasağını ihlal etmektedir.
Çoğunlukla siyasal nedenle tutuklanan kişinin serbest bırakılması için kullanılan itiraz hakkı, büyük oranda ret ile sonuçlanmaktadır.
İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi Başkanı Mustafa Rüzgar, avukatların sahada işlerini yaparken karşılaştıkları ihlalleri raporladıklarını belirtti. Rüzgar, raporun özünün sadece temel hak ve özgürlükler bakımından değil, hukuki destek sunan avukatların mesleki faaliyetleri sırasında güvenlikleri açısından da ciddi ihlallere uğradıklarını ortaya koydu.
⦿ https:// static.bianet.org/2025/04/istanbul-barosu-avukat-hakki- ihlalleri-gozlem-on-raporu.pdf
İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkanı Kardelen Ateşci, hazırladıkları raporla amaçlarının çocukların karşılaştıkları hak ihlallerini görünür kılmak ve sorumluluların hesap verilebilirliğini sağlamak olduğunu söyledi.
İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Özlem Özkan, kadınların hem bu süreç içerisinde cinsiyet temelli uğradıkları şiddete, fiziksel ve psikolojik kötü muameleye dair anlatımlarını dikkate aldıklarını hem de feminist perspektifle bu raporu hazırladıklarını ifade etti.
İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Tora Pekin, toplumsal olaylara müdahale konusunda Gezi’den bugüne çok ağır bir şekilde görülen orantısız güç kullanımı ve polis şiddetine dikkat çekti.
=======================
Devletin zirvesinde skandal iddialar: Yolsuzluk, rüşvet, video savaşları: Falyalı’nın mirası hala yaşıyor
Ayşemden Akın
Yolsuzluk, rüşvet, infazlar ve kayıp videolarla örülü bir karanlık tablo. Halil Falyalı suikastının ardından ardında kalan miras, sadece para değil; bir mafya imparatorluğu, bir istihbarat savaşının izleri ve devletin en derin katmanlarına sızmış bir düzen.
Kıbrıs’ta kurulan sanal bahis imparatorluğu, Türkiye, İngiltere, Dubai ve daha birçok ülkede kara para trafiğini sürdürmeye devam ediyor. Falyalı’nın en güvendiği isim, finansçısı Cemil Önal, 16 ay Hollanda’da tutuklu kaldıktan sonra ilk kez konuştu. Üstelik tüm detaylarıyla:
Kara para nasıl aklandı? Kimlere rüşvet verildi? Hangi siyasiler bu kirli ağın parçası oldu? Türkiye’deki davalar nasıl göstermelik olarak açılıyor, dosyalar nasıl boşaltılıyor?
Üç gün boyunca yüksek güvenlik önlemleriyle Hollanda’da yapılan röportajlarda, Cemil Önal, sadece Falyalı ailesinin değil, onlarla birlikte hareket eden baronların, siyasetçilerin ve devlet içindeki bazı yapıların sırlarını da ifşa etti.
Amerikan ve Hollanda istihbaratına verdiği belgelerle koruma altına alınan Önal, Türkiye’ye iade edilirse hayatta kalamayacağını söylüyor. Elinde tuttuğu bilgi ve belgelerle bugün birçok ismin hedefinde.
Bu dosyada sadece Falyalı’nın değil, onun ardında şekillenen düzenin, devletle iç içe geçmiş mafya-siyaset ilişkilerinin ve toplumu her geçen gün zehirleyen para akışının izini süreceğiz. Kıbrıs’a ‘Siyasal İslam’ dayatanların ve buradaki işbirlikçilerinin ülkede yarattığı ve bozulmasını hiç istemediği düzeni gözler önüne sereceğiz.
Ve bugün: Türkiye’nin önceki Lefkoşa Büyükelçisi Yasin Ekrem Serim’in neden Kıbrıs’a gönderildiğini ve neden sadece yedi ayda görevden alındığını da ilk kez okuyacaksınız.
2014-2021 yılları arasında Halil Falyalı’nın en yakınındaki isimlerden, Finans Müdürü Cemil Önal anlatıyor:
“ Yasin Ekrem Serim’in kardeşi İbrahim Serim, üniversite eğitimini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) tamamladı. Ben de üniversite yıllarından tanıyordum kendisini. Ailelerinin siyasi ve ticari bağlantıları oldukça güçlüydü. Babaları Maksut Serim, uzun yıllardır Recep Tayyip Erdoğan’a yakın bir isim olarak biliniyor. Özellikle Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde yakınlıkları başlamıştı. AK Parti’nin kuruluş sürecinde ise Maksut Serim, destek veren ilk isimlerden biri olarak öne çıkmıştı. Diyarbakırlı Mücahit Arslan (Ali İhsan Arslan) ve Doğan ailesi gibi isimlerin yanı sıra Maksut Serim de o dönemlerin “gizli sponsor”larından biriydi.
İbrahim Serim, Kıbrıs’a üniversite okumaya geldiğinde babasının etkisiyle kısa sürede KKTC vatandaşlığı aldı. Bu vatandaşlık sayesinde devletle doğrudan ilişki kurabilecek konuma geldi. Özellikle imar alanında avantajlar elde etti. Örneğin; iki kat izinli bir araziyi on kata çıkartarak projelendiriyor, askeri bölgeler gibi normalde imara kapalı alanlara el atabiliyordu. Bu alanları şahıslardan ya da devletten uygun fiyatlarla alıp, daha sonra Bayındırlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve belediyelerden gerekli izinleri çıkararak büyük projeler geliştiriyordu.
Dereboyu’ndaki yumurta şeklindeki bina ve Girne’deki Crown Plaza gibi yapıların tamamı, aslında başta imara kapalı ya da sınırlı olan yerlerde yapılmış ve sonradan imar durumu değiştirilmiş yapılardı. Bu projelerde aile ciddi kazançlar elde etti.
İbrahim’le samimiyetimiz vardı, bu sayede onu rahmetli Halil Falyalı’yla tanıştırdım. Sonrasında aralarındaki ilişki ilerledi. O dönemlerde Ekrem Serim Ankara’da bir devlet kurumunda bürokrattı. Dışişleri Bakan Yardımcısı değildi ama yine de dikkat çeken bir isimdi. Maksut Serim’in gücü nedeniyle çevresi oldukça genişti.
İbrahim Serim, dönemin KKTC Büyükelçisi Ali Murat Başçeri ile de çok yakındı. Aslında bu yakınlığın temel nedeni İbrahim’in kişisel özellikleri değil, babasının nüfuzuydu. Bu bağlantılar sayesinde Falyalı ailesi için de bir tür “koruma zırhı” oluşmuş oldu. Kıbrıs’ta büyükelçilerin etkisi çoğu zaman Cumhurbaşkanından bile fazladır. Bu koruma kalkanı, Falyalı ailesinin bazı işlerini kolaylaştırdı.
Serim ailesiyle Falyalı ailesi arasında ortaklık girişimleri de oldu. Örneğin bir bina satışı sırasında önce Falyalı’ya satış vaadiyle kapora alındı. Daha sonra fikrini değiştiren Serim ailesi, binayı kiralama modeline çevirmek istedi. Ancak en sonunda binayı ederinin çok üzerinde bir fiyatla Falyalı’ya sattılar. Falyalı bu durumu biliyordu ama Serim ailesiyle kurduğu ilişkiler nedeniyle bu “fazla ödeme”yi sorun etmedi. Çünkü bu ilişkiler, ona siyasi ve bürokratik koruma sağlıyordu.
Bu ilişkiler çerçevesinde Ekrem Serim de sürece dahil oldu. Sonuçta binanın hissedarlarından biriydi ve yürütülen faaliyetlerden haberdar olmak durumundaydı. AK Parti seçimlerinden sonra Ekrem Serim’in Dışişleri Bakan Yardımcısı olmasıyla beraber Halil Falyalı’yla olan ilişkiler daha da stratejik bir hal aldı. Hüsnü Falyalı ve eşi Özge, Ekrem’le samimiyet kurdu. Hatta Kıbrıs’taki gayrimenkul satışlarından elde edilen gelir, İngiltere’de Yasin Ekrem Serim’e ait olan şirkete aktarıldı.
Ekrem Serim, aynı zamanda Hakan Fidan’a çok yakın bir isimdi. Adeta onun asistanı gibi hareket ederdi. Hakan Fidan, onu oğlu gibi görüp her konuda desteklerdi. Falyalı ailesiyle olan ilişkileri de bu çerçevede yürütüldü. Hatta Hakan Fidan’ın oğlu Halit Fidan ile Hüsnü Falyalı arasında da bir tanışıklık vardı.
Hakan Fidan, Falyalı’nın elinde olduğu iddia edilen kasetlerle ilgili gelişmeleri duyunca, bu kasetlerin devletin eline geçmesini istedi. Bu görev için Ekrem Serim’i Büyükelçi olarak Kıbrıs’a gönderdi. Ona, “Bu kasetleri al, getir. Bu şekilde devlet içinde yükselirsin” denildi. Ekrem kabul etti, Kıbrıs’a geldi. Özge Falyalı ile yakınlaştı. Görüşmeler otellerde değil, Özge’nin babasının evinde yapıldı. Aynı zamanda Mehmet Taşker’le de ev ortamında buluşmalar gerçekleştirdi.
Ekrem Serim, Kıbrıs’a geldiğinde ilk işi, çevresindeki tüm güvenlik personelini değiştirmek oldu. Kendi ekibini getirdi. Kasetleri almak için yoğun çaba sarf etti. Söylentilere göre toplamda 45 ya da 46 kaset vardı. Ancak Ekrem Serim bunlardan sadece 40 tanesini Ankara’ya teslim etti. Diğer 5 kaset kendisinde kaldı. MİT, bu eksikliği fark etti çünkü ellerinde kaset sayısıyla ilgili bilgi vardı.
Hakan Fidan, bu gelişmelerin ardından kasetleri İbrahim Kalın’a iletti. İbrahim Kalın da MİT Başkanı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a durumu aktardı. Eksik olan 5 kasette kimlerin olduğu tam bilinmese de, Binali Yıldırım’ın oğlu ve Hakan Fidan’ın oğlunun adının geçtiği iddialar var.
Sonrasında bu bilgiler Erdoğan’ın kulağına gidince durum değişti. Erdoğan, “Bu paralar neyin nesi, kasetlerle ilgili anlatılanlar doğru mu?” diyerek Ekrem Serim’i Ankara’ya çağırdı. Maksut Serim devreye girdi, “Kasetler teslim edildi” diyerek oğlunu savundu. Ancak Erdoğan, kasetlerin gerisi var mı yok mu tam olarak araştıracağını söyleyerek, ‘Ben sana güveniyorum babandan dolayı, eksik kaset varsa da git al ama seni elçilikten, babanı da görevinden alıyorum’ dedi.“
=======================
Kuzey Kıbrıs’ın karanlık patronu Halil Falyalı ile Güney Kıbrıs’ın yeraltı baronu Loukas Fanieros, yıllar boyunca adanın görünmeyen yüzünde, sınır tanımayan bir ittifak kurdu. Biri kuzeyde, diğeri güneyde yükselen bu iki figür, yasadışı bahis gelirlerini aklamak ve saklamak adına coğrafyayı değil, sistemi eğip büktü. Fanieros’un itirafları ve Falyalı’nın eski finansçısı Cemil Önal’ın ifşaatları, bu ortaklığın detaylarını gözler önüne seriyor.
Kuzey Kıbrıs’ın karanlık patronu Halil Falyalı ile Güney Kıbrıs’ın yeraltı baronu Loukas Fanieros, yıllar boyunca adanın görünmeyen yüzünde, sınır tanımayan bir ittifak kurdu. Biri kuzeyde, diğeri güneyde yükselen bu iki figür, yasadışı bahis gelirlerini aklamak ve saklamak adına coğrafyayı değil, sistemi eğip büktü. Fanieros’un itirafları ve Falyalı’nın eski finansçısı Cemil Önal’ın ifşaatları, bu ortaklığın detaylarını gözler önüne seriyor.
Ayşemden Akın
Kuzey Kıbrıs’ın yeraltı dünyasında Halil Falyalı’nın en dikkat çekici bağlantılarından biri, Loukas Fanieros’tu. Güney Kıbrıs’ın karanlık bağlantılarıyla tanınan bir mafya lideri ve Ermis Aradippou futbol kulübünün başkanı olan Fanieros, Falyalı’nın ölümü sonrası yayınladığı taziye mesajıyla bu dostluğu gözler önüne serdi. “Seni tanıdığım için çok mutlu oldum. Benim için ölmedin” diyerek Falyalı’yı “adam gibi adam” sözleriyle anması, iki isim arasındaki yakınlığın derinliğini gösteriyordu.
Fanieros, babası Antonis Fanieros’tan devraldığı suç imparatorluğuyla tanınıyordu. Antonis, 2017’de ölmeden önce Güney Kıbrıs’ta yasa dışı bahis, gasp ve tefecilik suçlamalarıyla anılmış, ancak aynı zamanda “hayırsever iş insanı” imajı da çizmişti. Cenazesine milletvekilleri ve polis müdürleri dahil geniş bir katılım olması, mafyanın siyasete uzanan nüfuzunun bir göstergesiydi. Antonis’in ölümünün ardından “işlerin başına geçen” Loukas Fanieros, babasının izinden giderek hem yasadışı faaliyetleri sürdürdü hem de saygın bir iş insanı maskesi takındı.
Halil Falyalı ile Loukas Fanieros’un dostluğu yıllar öncesine dayanıyordu. 2011 yılında Halil Falyalı, Kuzey Kıbrıs’ta Mağusa Türk Gücü futbol kulübünün başkanıyken, Loukas Fanieros Güney’de Ermis Aradippou kulübünün yönetimindeydi; Falyalı’nın bu Güney Kıbrıs kulübünün yönetimine girme teklifinde bulunduğu öne sürülmüştü. Bu girişim gerçekleşmese de, Kuzey ve Güney Kıbrıs’ı ayıran çizgiyi aşan bu ilişki, iki toplumlu suç ortaklığının sinyallerini veriyordu. Öyle ki, iddialara göre Falyalı’ya yönelik geçmişteki bir saldırıdan sonra Falyalı Güney Kıbrıs’a kaçıp Loukas’ın babası Antonis Fanieros’un evinde kalmıştı. Bu bilgi, gerektiğinde Fanieros ailesinin Falyalı’ya sığınak sağlayacak kadar yakın olduğunu ortaya koyuyor.
Loukas Fanieros’un Falyalı hakkındaki sözleri, bu ikilinin nasıl karşılıklı çıkar ve dayanışma ilişkisi kurduğunu anlatır nitelikte. Fanieros, ikinci bir taziye mesajında Falyalı’nın Kıbrıs’ta kendisinden yardım isteyenleri asla geri çevirmediğini, “Kıbrıslılara yardım et dediğimde daima yardıma koşardın” diyerek dile getirdi. Somut bir örnek de veriyordu: Ahna’da (Güney’de) avlanırken ara bölgede tutuklanan iki gencin serbest bırakılması için Loukas’ın ricasıyla Halil Falyalı devreye girmiş, gençleri hapisten çıkarmıştı. Bu olay basına yansıyınca Falyalı eleştirilmişti, ancak Fanieros mesajında “Ben senin kim olduğunu biliyorum” diyerek Falyalı’nın bu tür görünmez iyiliklerini savundu. Görünen o ki, Falyalı ile Fanieros arasındaki bağ sadece duygusal bir dostluk değil, aynı zamanda mafya usulü bir işbirliğiydi: Birlikte hareket ederek Kuzey ve Güney’deki çıkarlarını koruyor, gerektiğinde birbirlerine lojistik destek ve koruma sağlıyorlardı.
Bu Kıbrıslılar arası mafya ittifakı, Halil Falyalı’nın kara para aklama şemasında önemli bir role sahipti. Fanieros ve bağlantıları sayesinde, Falyalı Güney Kıbrıs üzerinden Avrupa finans sistemine erişim imkanı bulmuş olabilir. Güney Kıbrıs’ın uluslararası bankacılık kanalları ve Avrupa Birliği üyesi olması, kara paranın aklanmasında bir arka kapı işlevi görmüş olabilir. Nitekim Fanieros ailesinin de benzer yöntemlerle servet edindiği biliniyor: Örneğin, Antonis Fanieros yıllarca yasadışı bahis gelirlerini çeşitli işletmelerle aklamış, buna rağmen topluma kendini hayırsever olarak sunabilmişti. Bu profil, Halil Falyalı’nın kendi imaj çalışmalarıyla da paralellik gösterir. Falyalı da Kuzey Kıbrıs’ta hayır işleri yapan, spor kulüplerine yatırım yapan biri olarak lanse ediliyor; perde arkasında ise kumar, bahis ve kara para ağını genişletiyordu.
Özetle, Loukas Fanieros Falyalı’nın Kıbrıs’taki ikiz ruhuydu: Biri Kuzey’de, diğeri Güney’de benzer yollarla güç sahibi olmuş, illegal servetlerini aklamak ve korumak için sınır tanımayan bir dostluk kurmuşlardı. Bu dostluk, Halil Falyalı’nın finansal imparatorluğuna coğrafi ve siyasi esneklik kazandırdı; Kıbrıs’ın her iki yakasında da dokunulmazlık hissi yarattı. Fanieros’un ifadeleri, Halil Falyalı’nın yerel halkı dahi etkileyen nüfuzunu gözler önüne sererken, aslında bu nüfuzun arkasındaki mafya dayanışmasını da ifşa ediyor.
Kuzey Kıbrıs’ın ünlü kumarhane patronu Halil Falyalı, yıllar içinde kurduğu uluslararası finansal ve siyasi bağlantılarla devasa bir kara para aklama şebekesinin merkezi haline geldi. Yedi yıl boyunca Halil Falyalı’nın finans ekibini yöneten ve en yakınındaki çalışma ardaşı olan Cemil Önal, Hollanda’da Bugün Kıbrıs Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden Akın’ın gerçekleştirdiği üç gün süren röportajlarda anlattıkları ile Kuzey Kıbrıs’ın göbeğinde dönen devasa kara para döngüsünü gözler önüne serdi.
Önal’a göre süreç şöyle işliyor:
Falyalı ailesi ile uzun yıllardır birlikte çalışan Kıbrıslı Türk İbrahim Tokkan’a ait Curacao’da kurulan Total Gaming Solutions B.V. isimli şirketin hesabında, sanal bakiyelerinde biriken paralar ve diğer bakiyeler First Curacoa International Bank aracılığıyla Güney Kıbrıs’ta şahıslar adına kurulan paravan şirketler üzerinden transfer ediliyor. Para çekildikten sonra Loukas Fanieros himayesinde kuzeye ulaştırılıyor.
Yasa dışı bahis gelirlerinin Curacoa ve Avrupa ayağından gelen nakit kısmı önce Rum tarafına, oradan da kuzeye aktarılırdı. Falyalı’nın oteli ya da ortak olduğu şirketlerin araçları Güney Kıbrıs’a geçerdi. Larnaka Havalimanı’ndan alınan nakit para, yine Fanieros’un himayesi altında havaalanından alınarak Kuzey Kıbrıs’a geçinceye kadar transferi sağlanırdı. Dönüş yolunda ise Kuzey Kıbrıs’taki polis teşkilatından Falyalıların çok yakın olduğu bir isim devreye girerdi.
Pehlivan kod adlı polisin görevi organizasyonu içeriden yönetmekti. Sınır kapılarındaki polislerin görev çizelgelerini inceler, hangi saatte hangi memurun görevli olduğunu bilirdi. O saatlerde, belirlenen memurların olduğu kapıdan geçiş yapılırdı. Bir sorun çıkarsa müdahale ederdi. Böylece ne araçlar durdurulurdu, ne de yüklü miktarda nakit sorulurdu. Arabalar, turist veya misafir taşıyor gibi gösterilir, üstü örtülü kalırdı.
Para sınırı geçtikten sonra ilk durağı casino olurdu. Oradan da yerel bankalara dağılırdı. Ancak Türkiye bankaları bu süreçte devre dışıydı. Sebebi açık: Türkiye’deki siyasi otoritenin kazancın büyüklüğünü fark edip yeniden ‘komisyon’ talep etmemesi için. Ayrıca Falyalı kardeşler ABD’de aranıyordu ve Türkiye bankalarındaki hesaplarına tedbir gelebilirdi. Bu nedenlerle transferler yalnızca Kıbrıs’taki iki yerel bankada yapılırdı. Arabayı kullanan şoförlere her zaman bir belge verilirdi. Örneğin: “1,5 milyon Euro, bankaya teslim edilmek üzere şoföre teslim edilmiştir.” Bu belge, olası bir kaza, fenalaşma ya da kontrol durumunda paranın kişisel olmadığını, bir organizasyonun parçası olduğunu belgelemek içindi. Ama gerçekte hiçbir bankaya önceden haber verilmezdi; sistem tamamen gölgede yürürdü.
Türkiye’de toplanan yasa dışı bahis gelirleri ise dövizciler üzerinden aklanıyordu. Bu ağın başında Kilisli Abdullah ve Bilal Happani olduğu biliniyor. Happani, ABD’de İran ambargosunu delmekten yargılanan, Rıza Zarrab dosyasında adı geçen isimlerden biriydi. 2018’de Happani Kıbrıs’a da geldi. Happani’nin evinde bulunan yaklaşık 2 milyon dolar paraya rağmen dokunulmaması ise “Konuşursam devletin iç yüzünü açıklarım” tehdidiyle açıklanıyor. Falyalı’nın bu yapıyla doğrudan bağlantısı vardı ve Türkiye’deki paraları Dubai’ye taşıyan kişi de yine Abdullah Happani’ydi.
Avrupa’da toplanan bahis paraları o kadar çok ki Belarus’a oradan da Dubai’ye ve Güney Kıbrıs’a transfer edilirdi. (Burada karşımıza Mustafa Egemen Şener ismi çıkıyor. Kıbrıs’ta Stantoto Betting’in sahibiydi. Mahkemesi nedeniyle Kıbrıs’a giriş yapamıyor. İki hafta önce Türkiye’de Falyalı’ya ait olduğu söylenen Payfix soruşturması kapsamında tutuklanan Erkan Kork’tan sonra aranan örgütün iki numaraları ismi.) Biriken para Şener’a ait özel uçakla direkt Dubai’ye ve Güney Kıbrıs’a gidiyordu.
Dubai yönetimi yalnızca %5 vergi alır, gerisini sormaz. Özge Falyalı bu yöntemle Dubai’deki banka hesaplarına milyonlarca dolar aktardı. Sızdırılan emlak kayıtlarına göre 2023 yılında 60 milyon doları aşan emlak alımları da bu şekilde finanse edildi. Ayrıca Şener’in Dubai’de 2021-2024 yılları arasında 90 daireye sahip olduğu ve toplam değerinin yaklaşık 350 milyon dolar olduğu belirtiliyor.
Türkiye vatandaşı olan Mustafa Egemen Şener ayrıca Belarus’un başkenti Minsk’teki H Casino’nun yasal sahibi olarak görünüyor. Ancak Cemil Önal’a ve OCCRP ile CiREN’in araştırmalarına göre Şener’in bu kumarhanedeki rolü, sadece yasal sahiplikle sınırlı olmayıp, Halil Falyalı ile ortaklık ilişkisi kurduğu yönünde. H Casino, Belarus’ta Galleria Minsk alışveriş merkezinde 2021 yılında açıldı ve kısa sürede ülkenin en yüksek cirosuna sahip kumarhanesi oldu. Bu başarının arkasında, yasa dışı sanal bahis gelirlerinin aklanması amacıyla kullanılan bir merkez olduğu iddiaları bulunuyor. Falyalı’nın eski finans müdürü Cemil Önal’a göre, Avrupa’dan elde edilen yasa dışı bahis gelirleri, H Casino üzerinden aklanarak Dubai’ye ve Kuzey Kıbrıs’a transfer ediliyor.
Şener’in, Belarus’taki H Casino dışında, Minsk’te başka otellerde ve şehirlerde de kumarhaneler işlettiği ve Gürcistan’da iki şirket kurduğu bilgisi de bulunuyor. Bu bilgiler ışığında, Mustafa Egemen Şener’in, Halil Falyalı’nın yasa dışı bahis imparatorluğunun önemli bir parçası olduğu ve bu yapı içinde kilit bir rol oynadığı düşünülüyor.
(Loukas Fanieros yorum taleplerine yanıt vermedi.)
Sanal bahis ağının ardında kurulan bu uluslararası para trafiği, sadece bir suç şebekesinin değil, devletlerin, bürokratların ve finans sisteminin nasıl sessiz ortaklara dönüşebileceğinin karanlık bir aynası gibi…
Bu araştırmanın ortaya koyduğu detaylar, Halil Falyalı olayının sadece bireysel bir suç hikayesi değil, aynı zamanda sistemin hikayesi olduğunu ortaya seriyor. Sistemin aktörleri, yöntemleri, zaafları ve direniş mekanizmaları bu öyküde iç içe geçmiş durumda. Loukas Fanieros’tan Abdullah Happani’ye uzanan karakter galerisi, suç dünyasının küresel köyünün sakinleri gibiler. Ve Falyalı bu köyün muhtarıydı; bir süre düzeni sağladı ama sonra kendisi o düzenin kurbanı oldu.
Gazetecilik diliyle aktarmaya çalıştığımız bu gerçek hikaye, umarız organize suçlarla mücadeleye de ışık tutar. Çünkü karanlıkla savaşın ilk şartı, onu görünür kılmaktır. Halil Falyalı ve çevresinin hikayesi görünür olduğunda, belki Kıbrıs’ta ve bölgede benzeri yapılarla mücadele için bir adım atılabilir. Unutulmamalı ki, Falyalı’nın yükselişine yıllarca göz yumanlar, onun çöküşünden de sorumludur. Bu sorumlulukla yüzleşmek, temiz ve şeffaf bir düzen talep eden toplumların hakkıdır.
=======================
Halil Falyalı’nın eski finansçısı Cemil Önal konuştu: Adana’da yasa dışı bahis soruşturmalarının kaderi rüşvetle değişti. AKP’ye yakın isimler kollandı, örgüt liderleri serbest bırakıldı. Havalimanında gözaltı kararı sistemden silindi, savcıyla yemek yendi. Verilen paralar kayıt altındaydı.
Halil Falyalı’nın eski finansçısı Cemil Önal konuştu: Adana’da yasa dışı bahis soruşturmalarının kaderi rüşvetle değişti. AKP’ye yakın isimler kollandı, örgüt liderleri serbest bırakıldı. Havalimanında gözaltı kararı sistemden silindi, savcıyla yemek yendi. Verilen paralar kayıt altındaydı.
Ayşemden Akın
Halil Falyalı’nın hayalet gibi yaşadığı bu karanlık evrende, perde arkasında dönen yasa dışı ilişkiler zinciri her bölümde biraz daha netleşiyor. Kilit isim konuşuyor: Falyalı’nın eski finans müdürü Cemil Önal.
Hollanda’da konuşan Cemil Önal, yalnızca yasa dışı bahis organizasyonlarının yapısını değil, bu yapının nasıl siyasi ve yargı bağlantılarıyla korunduğunu adım adım ortaya seriyor. İddialar, yalnızca kumarhanelerle sınırlı değil; savcılara verilen rüşvetlerden, Kıbrıs’tan İstanbul’a uzanan döviz ve kara para akışına; AKP’ye yakın isimlerin işin neresinde durduğuna kadar pek çok ismi ve detayı içeriyor.
Adana’da örgüt lideri olarak aranan bir ismin, 100 bin dolarlık bir ödeme karşılığı tutuksuz yargılanması… 5 milyon dolarlık bir dava temizliği… Türkiye’den bavullarla getirilen paraların “pandemi yardımı” adı altında sisteme sokulması… Cemil Önal’ın anlatımı, yasa dışı bahis dünyasının sadece sanal bir oyun değil, fiziksel olarak elle tutulur, organize ve siyasi koruma altındaki bir sistem olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu röportajda yalnızca yasa dışı bahis değil, Türkiye’deki yargının ve siyasetin de nasıl bir mekanizma içinde bu sistemle iç içe geçtiği, Falyalı’nın “devlet içinde devlet” gibi nasıl hareket ettiği çarpıcı bir şekilde gün yüzüne çıkıyor.
20 14-ile-2021 yılları arasında Halil Falyalı’nın finans müdürlüğünü yapan Cemil Önal anlatıyor:
“Falyalı’nın üçüncü adamı AKP’li Ömer Çelik’in yakını, 10-Temmuz-2020 tarihli iddianamede yer alan Fatih Nevzat Aysu’ydu. Larsen Teknoloji’de üçüncü en yetkili kişiydi. Görevi, para transferleri, nakit akışı ve VİP müşterilerden elden alınan ödemelerle ilgilenmekti. Bu işlemleri yürütebilmek için Adana merkezli ‘AK Grup’ adlı bir yapısı vardı. Adana’daki bir davada, bu yapıyla bağlantılı olarak AKP Gençlik Kolları’ndan iki isim daha yer alıyordu.
2020’de bu gruba yönelik bir operasyon yapıldı. Halil Falyalı’nın talimatıyla Adana Cumhuriyet Savcısı Yavuz Pehlivan’a ulaştık. Biz ona kendi aramızda ‘Aslan’ diyorduk. Tuttuğunu koparan, her işi halleden biri olarak biliniyordu. Kendisiyle temas kurduk. ’Evet,’ dedi, ’Fatih Nevzat Aysu şu an örgüt lideri olarak aranıyor ama sorun değil. Bana 100 bin doları önden gönderin, ben bu işi tutuksuz yargılamaya çeviririm.’ Yani, AKP’li isimlerin akrabalarını bile kurtarmak için bizden rüşvet talep ediyorlardı. Açıkça ’Paran varsa ödeyeceksin’ diyorlardı.
2021’de Türkiye’deydim. 100 bin dolarlık ödemeyi ben yaptım. İstanbul Havalimanı’na geldik. Yavuz’un şebekesi sistemden Fatih Aysu’nun arama kaydını düşürdü. Polis müdahale etmedi. Havalimanından birlikte çıktık, güzel bir yemek yedik. Ertesi gün de Aysu’yu Adana’ya ifade vermeye gönderdik. Savcı ifadesini aldı, ardından serbest bıraktı.
Birkaç hafta sonra Fatih beni aradı, ‘Mahkeme tebligatım gelmiş’ dedi. Ben de Yavuz’u aradım. ’Biz seninle böyle mi anlaştık?’ dedim. O da, ’Abi biz hakkımızı aldık ama hakimden dolayı gitmesi gerekiyor. Sadece ifade versin, davanın sonunda ben temizleyeceğim’ dedi. Yavuz’la yaptığımız tüm görüşmeleri sürekli kayıt altına alıyordum çünkü rüşvet istemekten hiç çekinmiyordu.
Yine de bu dosyayı tamamen kapatabilmek için bir 50 bin dolar daha ödemek zorunda kaldık. Alt kademedeki iki kişi birkaç ay ceza aldı. Ancak örgütü kurup yöneten Fatih Aysu, savcıya verdiğimiz para sayesinde kurtuldu. Aynı zamanda, kamuoyunda ‘Cübbeli Ahmet Hoca’ olarak bilinen kişinin dosyası da Savcı Yavuz Pehlivan’a verilmişti. O dosyayı da zamanında kapatmıştı.”
İşte o ses kaydı:
⦿ https://bugunkibris.com/ wp-content/uploads/2025/04/WhatsApp-Video-2025-04-20- at-20.26.07.mp4?_=1
VEYSEL ŞAHİN – HALİL FALYALI DOSTLUĞU
Veysel Şahin, Türkiye’den kaçıp Kıbrıs’a geldiğinde Halil Falyalı ile tanıştı. Falyalı, yasa dışı bahis işine Veysel Şahin sayesinde adım attı. Hatta Şahin’in Kıbrıs’ta Ulusal Birlik Partisi (UBP) tarafından koruma altına alınmasını da Falyalı sağladı. Bugün bile oteller, kumarhaneler satın alıyorlar.
Girne’deki Magic Touch Tower’ın altında bir dövizci vardı. 2019 yılının sonuna kadar aktif olan bu mekanın mülkiyeti Veysel Şahin’e ait İvera Group’a aitti. 2015’ten 2019’a kadar Kıbrıs’a gelen Tolga Alparslan, Veysel Şahin, Hüsnü Falyalı ve Halil Falyalı’nın paraları burada aklanırdı. O dönemlerde para banka havalesiyle gönderilirdi. Bu sistemden dolayı 2016 sonunda hakkımda ‘organize suç örgütü kurmak, yönetmek ve yasa dışı paranın aklanması’ suçlamasıyla bir dava açıldı. O dava kapsamında bu hesaplar da ele geçirildi.
Sistem nasıl işliyordu? O zamanlar banka transferleri kullanılırdı çünkü komisyon çok düşüktü. Komisyon bu işte önemliydi. Örneğin bizim ofiste 100’e yakın banka hesabı toplayan gençler vardı. Bunlardan biri Yılmaz Almaz’dı. 2020’de ATM’lerden para çekerken yakalandı, üç ay Kıbrıs’ta cezaevinde yattıktan sonra çıktı. Larsen Teknoloji’nin kadrolu ve sigortalı çalışanıydı. Polis onu yakalayınca Halil Falyalı hemen resmi olarak işine son verdi. Geriye dönük üç ay öncesinden çalışma izni de iptal edildi, bize dokunmasın diye. Bu operasyonu yaparken de Mali Şube’deki polis adamımız bize yardım etmişti.
2019’da dövizcinin kapanmasıyla parayı Kıbrıs’a getirmek zorlaştı. Yılmaz Almaz’ı Türkiye’ye gönderip paravan banka hesapları bulmasını sağladık. 50 bin TL’lik limiti aşmadan, MASAK incelemesine takılmadan, bu bireysel hesaplarda toplanan paralar şahıslar adına açılmış şirket hesaplarına aktarılırdı. Bu sistemin sponsoru tamamen Falyalı Grubu’ydu.
Şirketler için vergi levhası ayarlanır, küçük bir dükkan tutulurdu. Vergiciler geldiğinde karşılarında kurulmuş basit bir iş yeri bulurdu. 50 bin TL’lik limitlerle şirket hesaplarına düzenli para aktarınca kimse sorgulamazdı. İşin o noktasında Veysel Şahin’in dövizcisi devreye girerdi. Türkiye’de ise İstanbul’daki Mergen Döviz kullanılırdı. Türkiye’de biriken para, Mergen Döviz’in banka hesabına gönderilirdi. O yüzde 2,5 komisyonunu alırdı. Ardından parayı muadil banka kullanarak Kıbrıs’taki dövizciye ait yerel bir bankaya aktarırdı. Yerel banka da yüzde 1 komisyonunu alır, hiçbir soru sormazdı.
Böylece para Kıbrıs’a geçmiş olurdu. Bu sistemi döndürebilmek için hem Türkiye hem de Kıbrıs’taki banka şube müdürlerine rüşvet verilirdi. Ancak sistem çok büyüyüp ciddi kazanç sağlanınca, iki banka arasındaki anlaşma bozuldu ve para transferi durdu. Bu noktadan sonra sistem kripto paralara ya da ‘paparacı’ dediğimiz yönteme döndü.
Türkiye’den binlerce banka kartı getirttik. Hepsinin şifresi aynıydı. Yılmaz, Girne’den başlayarak Lefkoşa ve Mağusa’ya kadar ATM’lerden 10 bin 10 bin para çekerdi. Akşam ofise döndüğünde çantasında 2-3 milyon TL olurdu.
Tolga Alpaslan aslında bir futbol yorumcusuydu. Yıl tam net değil ama 2018-2019 arasında, dövizcinin kapanmasının ardından onun da yasa dışı bahis davası vardı. Türkiye’de Veysel Şahin’le birlikte yargılandığı dava buydu. Aynı dosyada Halil ve Hüsnü Falyalı da yer alıyordu ancak devletle ilişkilerimiz o kadar iyiydi ki, verdiğimiz büyük rüşvetlerle dosyadan adımız silindi.
O dönem Tolga Alpaslan, GrandBet’in sahibiydi. Kıbrıs’ta bir Kıbrıslı ortakla şirket kurmuştu ve ona da kar ortaklığı, yüzdelik veriyordu. GrandBet’in altyapısı Betco üzerinden, yani Ermenistan’dan geliyordu. Tolga, GrandBet’i satmak istedi. Rahmetli Halil Falyalı teklifi kabul etti. 10 milyon dolar ödedik ve kazancın yüzde 20’si için anlaştık. Ancak sonrasında GrandBet, potansiyeline ulaşamadı çünkü başına bu işten anlamayan bir aile üyesi getirildi.
Alpaslan’ın Kıbrıs’ta kurduğu şirket:
⦿ https://bugunkibris.com/ wp-content/uploads/2025/04/1-2.png
Halil Falyalı her ay düzenli olarak devlete gelir vergisi bildirirdi, ama kimse çıkıp sormazdı: Sadece Güzelyurt ve Mağusa’da iki şubesi olan Larsen Teknoloji, nasıl olur da 800 kişiyi çalıştırırdı? Üstelik bunların 400’ü resmi, 400’ü de gayriresmiydi. Kıbrıs’ta yerli halka oyun oynatmak yasak. Gelir gösterilmemesine rağmen bu insanların sosyal sigortaları ve ihtiyat sandığı yatırılıyordu. Hiç kimse bunu sorgulamazdı çünkü yetkililer rüşvet alıyordu.
Falyalı, vergi meselesini de ustaca çözmüştü. “Ben sabit vergi veriyorum” derdi. Aslında verilen sabit vergi değildi, ‘imtiyaz vergisi’ydi. Bu vergi, devletin değil bahis müşterilerinin alacaklarını güvence altına almak için yatırılırdı. Yani bu da bir tür göz boyamaydı. Casinoların ödediği vergi de gerçek anlamda çok düşüktü.
Biz Larsen Teknoloji adına BetCYP’yi aldık. Amacımız, yasa dışı bahis yapanların evlerinden değil, ofis ortamında daha güvenli şekilde çalışmasını sağlamaktı. Bu sistem sayesinde Türkiye pazarında daha fazla büyüdük. Falyalı bu işte yalnız değildi. Bu operasyon AKP iktidarının bilgisi ve onayı olmadan yürüyemezdi. Çünkü yayın Türkiye’ye yapılıyor, merkez Kıbrıs’taydı. Patronumun yüksek düzeydeki ilişkileri sayesinde bu izin alınmıştı. Kazandığımız her paradan devlet yetkililerine rüşvet verilirdi. 2016’da sadece beş ayda Larsen Teknoloji üzerinden 140 milyon dolar para çevirmiştik.
Pandemi döneminde, Hüsnü Falyalı’nın fikriyle büyük bir halkla ilişkiler operasyonu başlattık. Covid-19 nedeniyle yapılan yardımlar aslında tamamen bir PR çalışmasıydı. Girne Belediyesi üzerinden binlerce kişiye yardım yapıldı ama bizim cebimizden beş kuruş çıkmadı.
O dönemde devlet, işyerlerine ve çalışanlara maaş desteği sağlıyordu. Biz de tüm personelimize bu destekleri aldırdık. Maaşları devletten bedavaya getirdik. Sonra bu paraların bir kısmını yardım gibi gösterip halkın gönlünü kazandık.
Türkiye’den uçakla getirilen Covid test kitlerinin de başka bir amacı vardı. O dönemde kapanmalar nedeniyle Türkiye’de çok para birikmişti. Parayı almak için böyle bir plan yapıldı. Kitlerle, ilaçlarla birlikte bavullarla nakit parayı da adaya soktuk. Kimsenin ruhu bile duymadan bu paralar Kıbrıs’a getirildi.“
⦿ https:// bugunkibris.com/2025/04/21/falyalinin-aslan-savcisi/
=======================
Kendisi her ne kadar hiçbir zaman komünist olmadığını söylese de, büyüme çağındaki okumaları onu hep o tarafa itmiştir.
► Papa Francis için, doğup büyüdüğü Buenos Aires’in Flores semtindeki San José de Flores Bazilikası’nda dua edildi. (Fotoğraf: AA)
Jorge Mario Bergoglio (d. 17-Aralık-1936 ), 76 yaşında papa seçildiğinde, pek çokları onun geçici ve çok fazla şeye karışmadan silik bir papa olacağını iddia etmişlerdi. Ama ertesi günü ( 14-Mart-2013 ), conclave (papalık seçim toplantısı) için geldiği Roma’da kaldığı otelin ücretini ödemesi, onun ne kadar halktan birisi olduğunu göstermeye yetmişti. Hatta şimdiye kadar papaların yerleştiği Papalık Sarayı’nı (Apostolic Palace) değil de, kardinallerin Roma’ya geldiklerinde kaldıkları Casa Santa Marta misafirhanesini tercih etmişti.
Katolik Kilisesi’nin dini gruplarından birisi olan Cizvitlerden ve Latin Amerikalı (Arjantin) olması, onu “kurtuluş teolojisi”[1] ve dolayısıyla da özellikle sosyal ve ekonomik alanlarda sol görüşlere yakınlaştırmıştır. Papalığı döneminde, kadınlara ve Kilise dışında kalanlara daha fazla yer verme ya da LGBTİ+ bireylere karşı daha az önyargılı olarak onları da Kilise’ye dahil etmeye çalışması hep eleştirilmiştir. ABD’deki Kilise mensupları tarihsel olarak hep muhafazakâr bir grup olmuştur. Onların göçmenlik, idam cezası, sosyal adalet ve çevre gibi konularda tutucu bir tavır sergilemesi, Papa Francis’i hep eleştirmelerine ve ona muhalefet etmelerine sebep olmuştur. Yeni papanın seçiminde de, eğer ABD kendi siyasi görüşüne yakın bir ismin seçilmesine müdahale ederse, Başkan Donald Trump kendisinin dini açıdan da desteklenmesini bir fırsata çevirecektir. Dini geleneğin giderek kaybolmasıyla, siyasi bir ideolojinin Kilise’ye hâkim olması, sosyal adalet ümitlerini de yok edecektir.
Demiryolu işçiliği yapan İtalyan göçmeni bir baba ile ev kadını bir anneden doğan Jorge Mario Bergoglio için Buenos Aires sokakları, fakirliğin derinden hissedilebileceği mekanlardı. Zaten okula giderken, boş zamanlarında fabrikalarda çalışmak zorunda olması, hatta geceleri kulüplerde bodyguardlık yapması, ona farklı tecrübeler kazandırmıştır. Her Arjantinli gibi onun da tangoya ve futbola ilgisi vardı; ama düztaban olması ve sağ akciğerinin bir kısmının alınması, onu hep yaşıtlarından ayırmıştı. Henüz 12 yaşında bir çocukken sınıfından bir kıza yazdığı aşk notunda, “Benimle evlenirsen ileride sana bu ev gibi bir ev alacağım, ama eğer evlenmezsen rahip olacağım,” demesi, din adamlığı ihtimalinin hep kuvvetli olduğunu gösterir. Gerçi daha sonra başka kız arkadaşları olduğu da söylenir ama rahiplik sanki onun kaçamayacağı bir kaderdir. Belki de fakirlik ve sağlık sebeplerinden dolayı Cizvit okuluna gitmesiyle, hayatının yönü belirlenmişti.
1950 ve 60’larda Arjantin’de yaşayan herkes gibi onun da siyasetten uzak durması düşünülemezdi. Zaten papalık döneminde de, Papa II. Jean Paul’ün Polonyalı olması ve Sovyetler Birliği’nin sona ermesi sürecinde aktif bir siyaset göstermişti. Ama çocukluğu ve gençliği, Juan Domingo Perón gibi bir siyasi figürün iktidara gelmesi, sık sık hapsedilmesi ve işçi sınıfının bilinçlenmesi için oluşan siyasi kaosta geçen birisi olarak, elbette bir dini lider olarak başta Gazze olmak üzere dünyadaki savaşlarda hayatını kaybedenlerden yana tavır koyması beklenirdi. Kendisi her ne kadar hiçbir zaman komünist olmadığını söylese de, büyüme çağındaki okumaları onu hep o tarafa itmiştir. Hayatına genel olarak baktığımızda, onun en azından “entelektüel bir Marksist” olduğunu söylemek mümkündür. Bir Cizvit olarak, o dönem Arjantin’de diktatörlüğe karşı bir duruş sergilemiş olması gayet normaldir.
Kendisinden önce hiç kimsenin yapmadığı bir şekilde, fakirlerin azizi sayılan Aziz Francis’in adını kendisine papalık adı olarak seçmesi, onu diğer papalardan ayırmıştır. Her ne kadar kendisi bu kelimeleri kullanmasa da, Batı dünyasının bugün geldiği noktada “burjuva Katolikliği” eleştirilmesi gereken bir durumdur. Her ne kadar dinin temel prensiplerinde en küçük bir değişikliğe gitmediyse de, duruşu, hareketleri, tavırları ve kendisini takip edenlere verdiği işaretler hep liberal bir tondadır. Onun döneminde kara para aklayan mafyanın kontrolündeki Vatikan Bank pek gündeme gelmemiş, kürtaj konusunu pek açmamış olması tartışmaları bir nebze de azaltmıştır. Ama Kilise içindeki cinsel tacizler konusunda da radikal tedbirler alamamıştır.
Fakat sığınmacılar, mülteciler ve göçmenler için gelişmiş ülkeleri “küresel duyarsızlık” ile suçlamış ve sağcı, milliyetçi devlet başkanları tarafından hoş karşılanmamıştır. 2015 yılında Bolivya’da yaptığı konuşma, hem çevrecilik karşıtlarına hem de kapitalist düzene karşı bir manifesto niteliğindedir: “Sermaye insanların idolü olursa ve onların kararlarını etkilerse, para hırsı sosyo-ekonomik sistemin tamamen önüne geçerse, toplumu enkaza çevirir, insanları birbirine düşürür, hatta hepimizin ortak evi tabiat anayı yok olma riskine maruz bırakır.”[2] Meksika’yı ziyaretinde de sınırdaki duvara karşı dua etmiş ve Roma’ya döndükten sonra, o dönem başkan adayı olan Donald Trump için “Köprüler yerine sadece duvarlar yapmayı amaç edinen birisi Hıristiyan olamaz,”[3] diyerek göçmenlerin yanında olduğunu vurgulamıştır. Geleneksel ve liberal muhalifleri ortak olarak, onu Ukrayna Savaşı’nda Rusya’yı saldırgan olarak nitelemesini eleştirebilmişlerdir. Ama son zamanlarda Vatikan, Rusya’yı bu savaşta tek suçlu olarak gördüğünü defalarca dile getirmiştir.
Papa Francis’in ölümünden sonra, muhtemelen diğer papalarda olduğu gibi altı günlük bir yas ve cenaze hazırlığından sonra, kendisinin seyahatlerinden önce dua için gittiği Santa Maria Maggiore Bazilikası’na defnedilecektir. Burada da Papa Francis diğerlerinden ayrılmaktadır: Önceki papalar hep San Pietro Bazilikası’na defnedilmiştir. Bu arada Sistine Şapeli bir toplantı odasına çevrilecek ve 135 papayı seçme yetkisine sahip kardinal, yeni papa seçilinceye kadar dışarı çıkmadan oylarını kullanacaklardır. Bu seçim sürecine conclave denilmektedir ve yönetmen Edward Berger’in aynı isimli yapıtında[4] olduğu gibi, sanılanın aksine içeride propaganda veya siyasi kamplaşma ve pazarlıklarla yeni papa seçilecektir. Bacadan çıkacak siyah duman veya beyaz duman gibi popüler ögeler yerine, yeni papanın giderek dünyaya hâkim olmaya başlayan Doğu’dan birisi mi olacağı, yoksa iki bin yıllık tarihinde ilk defa Afrika’dan bir kardinalin (mesela Robert Sarah) Kilise’nin başına geçmesi mi daha önemlidir? “Habemus papam” (papa seçildi) cümlesi bu sefer belirsizliklere gebedir. Hele ABD, kendi politikalarına dini destek sağlamak amacıyla muhafazakâr bir papanın seçilmesini zorlarsa, küresel olarak yeni bir döneme girildiğini gösterecektir.
[1] Yel, Ali Murat. “Geleneğin bozulması: Kurtuluş Teolojisi ve Cizvitler”. Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, sy. 5 (Aralık 1998): 33-55.
⦿ https://dergipark.org.tr/ tr/pub/divan/issue/25934/273226
[2] https://time.com/3952885/ pope-francis-bolivia-poverty-speech-transcript/
⦿ https://time.com/3952885/ pope-francis-bolivia-poverty-speech-transcript/
[4] https://www.imdb.com/ title/tt20215234/
⦿ https://www.imdb.com/ title/tt20215234/
⦿ https://bianet.org/yazi/ liberal-ve-cizvit-bir-papadan-sonra-306689
=======================
Raporda, gözaltı süreçlerinde kadınların bedeni, kimliği ve varoluşu üzerinde kurulan denetim ve kontrol mekanizmaları, sistematik bir tahakkümün parçası olarak analiz edildi.
İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi, 19-Mart-2025 ’te Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından başlayan protestolarda gözaltına alınan kadınların yaşadıkları hak ihlallerine dair kapsamlı bir rapor yayımladı.
Raporda yer alan tanıklıklar, kadınların gözaltı ve tutukluluk süreçlerinde sistematik bir biçimde cinsiyet temelli şiddete, kötü muameleye ve onur kırıcı uygulamalara maruz bırakıldığını ortaya koyuyor.
Raporda 47 kadınla yapılan görüşmelerin detaylarına yer verildi. Kadınların büyük çoğunluğu, gözaltı sırasında ters kelepçeye maruz kaldıklarını, saçlarından sürüklenerek darp edildiklerini, gözaltı araçlarında dahi şiddetin devam ettiğini belirtti. Bazı kadınlar, maruz kaldıkları şiddet doktor kontrolüne yansıtılamadığı için resmi rapor tutulamadığını ifade etti.
En çarpıcı iddialardan biri, kadınların cinsel taciz, çıplak arama ve cinsel saldırıya maruz kalması oldu. Birçok kadın, aleni ortamlarda çıplak arama yapıldığını, cinsel şiddeti ifade etmek isteyenlerin tehdit ve baskıyla susturulduğunu aktardı.
Fiziksel şiddetin yanı sıra kadınlar, cinsiyetçi küfürler, tehditler ve aşağılayıcı sözlerle karşılaştıklarını aktardı. Bu ifadeler yalnızca erkek değil, bazı kadın polisler tarafından da sarf edildi. Birçok kadın, bu sözlü şiddetin gözaltı sürecinin her aşamasında devam ettiğini ve ağır psikolojik travmalara neden olduğunu belirtti.
Kadınların özgül ihtiyaçlarının göz ardı edildiği de raporda sıkça vurgulandı. Ped, iç çamaşırı, sabun gibi temel hijyen malzemelerine erişemeyen kadınlar, regl döneminde bile ihtiyaçlarının karşılanmadığını, tuvalet taleplerinin yanıtsız kaldığını belirtti. Hamilelik riski taşıyan bir kadının hastane tahlilleri tamamlanmadan geri götürüldüğü bildirildi.
Kadınların birçoğu, cezaevine getirildikten sonra da temiz iç çamaşırı, sabun ve sağlık hizmetlerine erişimde zorluk yaşadı. Travma yaşayan kadınlar, yaşadıklarını cezaevinde yavaş yavaş hatırlamaya başladıklarını söyledi. Avukat görüşmeleri ve mahpuslar arası dayanışma ise kadınlar için en önemli destek unsuru oldu.
Kadınlara yönelik şiddet yalnızca gözaltında sınırlı kalmadı. Kadın avukatların fotoğraflarının rızaları dışında eskort sitelerinde yayımlandığı, bu şekilde hukuki destek sağlayan kadınların da hedef alındığı raporda yer aldı. Bu durum, dijital şiddetin en açık biçimlerinden biri olarak değerlendirildi.
Raporda aktarılan ihlallerin münferit değil, patriyarkal sistemin ürettiği yapısal eşitsizliklerin bir sonucu olduğu vurgulandı. Gözaltı süreçlerinde kadınların bedeni, kimliği ve varoluşu üzerinde kurulan denetim ve kontrol mekanizmaları, sistematik bir tahakkümün parçası olarak analiz edildi.
⦿ https://bianet.org/haber/ turkiye-psikiyatri-dernegi-ciplak-arama-iskencedir- kabul-edilemez-306386
⦿ https://bianet.org/haber/ sarachane-protestolarindaki-cinsiyet-temelli-iskence- belgelerde-306686
=======================
Paylaştığın fotoğrafa baktım da hani sen 33 sene babanın koynunda yatmış biri olarak ona olan özlemini duygu yüklemesi yaparak anlatmışsın ya!, Ben babasının koynunda bir kez yatamadan büyüyen evlatlar bilirim. Seni onlarla tanıştırayım mi?
O kadar saçma bir paylaşım yapmışsın ki.
Sen eline silah değil kaleme almış şiirler yazmışsın. Ne güzel.
Keşke terör örgütü ile iletişim halinde olan baban, devlete baş kaldırıp eline silah alanlara da dur deseydi de onlar da senin gibi baba kucağında büyüyebilseydi. Ya da kucağında çocukları büyüseydi. Baban iyileşirse ona sorman gereken çok soru var. Tabii ki gerçekten kötü kalpli ve bencil biri değilsen
⦿ https://x.com/ OrkunOzeller/status/1913838242534670491
=======================
Önder Kandemir, babasının sağlık durumuyla ilgili gelişmeleri aktarmak için sosyal medyayı kullandığını ve destek mesajlarının kendisine moral verdiğini söyledi.
Ceren Önder Kandemir: Ben hastanedeyim, sarılmaya da barışmaya da hazırım
Kalp ameliyatı geçiren ve yoğun bakımda tedavisi süren TBMM Başkanvekili ve DEM Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in kızı Ceren Önder Kandemir, sosyal medyada babasına yöneltilen nefret içerikli yorumlara yanıt verdi. “Baban iyileşirse sorman gereken çok soru var” diyen emekli albay Orkun Özeller’in mesajına yanıt veren Kandemir, “Kırıp incittiysem özür dilerim. Lütfen nefretiniz varsa sonraya saklayın” dedi.
Ceren Önder Kandemir, X (Twitter) hesabından yaptığı açıklamada duygusal olarak yıprandığını belirtti ve şu mesajı paylaştı:
“ Herkese merhaba. İlk günden beri sevenlerine haber iletmek, iyi dilek ve dua istemek için buradayım. Burasının zor bir yer olduğunu bilerek geldim. Kötü yorumlara sinirlenmemeye yemin etmiştim ama elimde değil, sinirleniyorum, hatta üzülüyorum. Ben babam kadar metanetli değilim ve onun gibi sakin kalabilmem çok zor.”
Kandemir, babasının sağlık durumuyla ilgili gelişmeleri aktarmak için sosyal medyayı kullandığını ve destek mesajlarının kendisine moral verdiğini söyledi:
“ Destek ve dayanışma için başka bir mecram yok. Buradan size inşallah sonunda güzel haberler vermeye devam edeceğim. Milyonlarca iyi dileğin yanında iki nefret mesajı bile insanın içini karartabiliyor.”
Emekli albay Orkun Özeller’in yorumu sonrası Kandemir, yeni paylaşımında şunları söyledi:
“ Nefret kusanların albay ya da polis olduğunun farkında değildim, çünkü kim olduklarına hiç bakmadım. Bana sorarsanız, albay ya da polis olmuş biri bir insana ‘baban ölsün’ demezdi. Yine de kırıp incittiysem özür dilerim.”
Kandemir, sözlerini şöyle sürdürdü:
“ Babam uyanınca oturur, saatlerce tartışırsınız. Ama ben şu an hastanedeyim. Sarılmaya da barışmaya da hazırım. Bir hastasını bekleyen, kayıp yaşayan, kardeşsiz kalan herkesin kardeşi olmaya da hazırım.”
=======================
Saraç, “Bu kadar ağır bir sonuç elbette beklemiyordum. Suç unsuru sayılabilecek herhangi bir durum yokken alınmama herkes gibi şaşırdım. İlla ki alınacaktım ama alındığım paylaşıma yorum bile yapmayacağım şu an” diyor.
“ Dimdik girdim, dimdik çıktım. Suçsuzdum. Onursuzluk yapmadım. Başım eğilmedi.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sağlık durumuna ilişkin sosyal medya paylaşımı gerekçe gösterilerek tutuklanan astrolog Hilal Saraç, 60 gün süren cezaevi sürecinin ardından 10 Nisan’da özgürlüğüne kavuştu.
Tahliye haberini “Umuda kelepçe vurulmaz” sözleriyle duyuran Saraç, cezaevinden sadece özgür bir kadın olarak değil, aynı zamanda düşünce özgürlüğüne inancını daha da pekiştirmiş bir kadın olarak çıktı.
Saraç, içeride kendini bir “mahkûm” gibi değil, umudu taşıyan ve yayan biri olarak gördüğünü söylüyor. “Işık oldum, yol gösterdim” derken yalnızca cezaevinde yanındaki kadınları kastetmiyor, aynı zamanda ifade özgürlüğü, kadın dayanışması ve hak mücadelesi için yazılmış bir direniş günlüğünün ilk satırlarını da paylaşıyor.
Saraç, anlatıyor.
Tutuklanma süreciyle başlayalım… Bahçeli’nin sağlık durumu hakkında yaptığınız bir paylaşımın ardından gözaltına alındınız ve 60 gün cezaevinde kaldınız. Böyle bir paylaşımın bu kadar ağır bir sonuç doğuracağı hiç aklınıza gelir miydi?
Bu kadar ağır bir sonuç elbette beklemiyordum. Yani suç unsuru sayılabilecek herhangi bir durum yokken alınmama herkes gibi şaşırdım. Yani illa ki alınacaktım ama alındığım paylaşıma yorum bile yapmayacağım şu an.
Gözaltına alınma anınızı hatırlıyor musunuz? O ilk günlerde neler yaşadınız? Psikolojik olarak ne hissettiniz, fiziksel koşullar nasıldı?
Dimdik girdim. Aynı şekilde çıktım. Suçsuzdum. Onursuzluk yapmadım, başım eğilmedi. Tüm süreçleri içerden takip ettim ve hala aslan gibi yüreklerin olması umudumu korudu. Onlara umudumla sarıldım.
Bu süreç sizde nasıl izler bıraktı? 60 günlük tutukluluk sizin için nasıl bir deneyimdi? Cezaevindeyken en çok ne zorladı sizi?
Astrologların tamamının kimliği, özgür paylaşımları hedef alındı. Camiamızın tamamı şirket hesapları üzerinden soruşturma geçirmeye başladı. Ancak ben siyaset bilimleri öğrencisiyim, yani diğer Astrologların takip etmesi ama örnek almaması gereken bir isimim. Onlar için süreç riskli olabilir. Çoğunluk zaten bu konulara artık girmiyor. Yani amaca ulaşıldı, ben yine aynı.
“ Umuda kelepçe vurulmaz” dediniz tahliye sonrası. İçerideyken umudunuzu nasıl korudunuz? Size moral veren, güç veren şey neydi?
Ben zaten tüm süreçlerimi görmüştüm. Ailevi hazırlıklarım maddi manevi yapılmıştı bile. İçerde ve dışarda benimle aynı bakış açısında o kadar çok insan var ki… Bunları görmemek, hissetmemek, anlamamak mümkün değil. Ben de çok kişi için ses yükselttim. Sıra bana geldiğinde de birlik bilincini gördüm.
Cezaevi anıları bitmez. Herkesin hikâyesi aşırı etkileyici idi. Ancak bir psikolog olarak içerde yanımda olan birçok mahkûma ışık oldum, yollarını değiştirdim. Tatsız durumlarda vardı ama geçti.
Tahliye sonrası yaptığınız kısa paylaşımda “dua eden kalpleri” kucakladığınızı söylediniz. Bu süreç, maneviyata veya inançlarınıza dair bakış açınızı değiştirdi mi?
Hayır değiştirmedi. Namaz kılmadım, genelde kılarlar. Ancak inançlı bir insanım ve dualarıma devam ettim. Astroloji kadere inanır. Mutlak ve muallak kader vardır. Bu mutlak olandı, değiştiremezdim. Yaşadık.
Şimdi daha gür bir sesle korkmadan kendimi ifade etmeye devam edeceğim. Ben duruşu olan, ilkeli ve Milliyetçi tabanlı bir Türk kadınıyım. Milletim için bu ses kısılamaz. Belki bedenim kısıtlanır yine ama düşüncelerim asla.
=======================
Işık, “18 yaşından küçük çocuklara parayla, uyuşturucuyla önce ufak suçlar işlettirip çete üyesi yapıyorlar. Yaşları küçük olduğu için az ceza alıyorlar" dedi.
Candaş Tolga Işık: Minguzzi Ailesini ağırlayacağım diye tehdit ediliyorum
Gazeteci ve televizyon programcısı Candaş Tolga Işık, Az Önce Konuştum adlı programında, İstannbul Kadıköy’de 15 yaşında bıçaklanarak öldürülen Mattia Ahmet Minguzzi’nin ailesini konuk edeceğini duyurmasının ardından tehditler aldığını açıkladı.
Işık, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, programa yönelik baskılara dikkat çekerek, “Programı yapmamam için beni tehdit ediyorlar. Vız gelir tırıs gider” dedi.
Genç yaşta suça sürüklenen çocuklar üzerinden bir suç çetesi kurulduğunu ve Minguzzi davasıyla ilgilenen herkese yönelik sistematik bir yıldırma süreci yürütüldüğünü savundu.
Gazeteci Işık, Minguzzi ailesinin tehditler nedeniyle güvenlik altına alındığını belirtti. Anne, baba ve teyzeye koruma verildiğini ifade eden Işık, “Düpedüz organize suç örgütü olan bu dosyaya asayiş şube niye bakıyor? Anadolu’da bir şehirden tüm Türkiye’ye suç işletiyorlar. Tehditler savuruyorlar. Daha ne kadar organize olabilir?” diyerek güvenlik birimlerine seslendi.
Işık, suç örgütünün yöntemlerine dair çarpıcı iddialarda da bulundu. Paylaşımında şu ifadeleri kullandı:
“ 18 yaşından küçük çocuklara parayla, uyuşturucuyla önce ufak suçlar işlettirip çete üyesi yapıyorlar. Yaşları küçük olduğu için az ceza alıyorlar. Bu arada çete büyüyor, çocukların işlediği suçlarla gövde gösterisi yapıyor. Tehdit, şantaj ve korku ile vurgunlar yapıyorlar.”
=======================
Yapılan taramalarda tespit edilen canlıların çoğaltılmasıyla müsilajla mücadele ve deniz ekosisteminin korunması hedefleniyor.
Marmara Denizi’nde oksijen üreten deniz çayırları ve pina midyeleri tespit edildi
Marmara Denizi’nde yürütülen müsilaj seferberliği kapsamındaki çalışmalara bir yenisi eklendi.
Anadolu Ajansı muhabirinin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan edindiği bilgiye göre, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ve Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi işbirliğiyle "MAR-ÇAYIR" ve "MAR-PİNA" projeleri hayata geçirildi.
Proje kapsamında, Marmara Denizi ve Adalar Özel Çevre Koruma Bölgesi’ndeki 1300 kilometrelik kıyı şeridi sualtı tarama ve görsel sayım metotlarıyla tarandı. Tarama yapılan alanda kıyı şeridinin yüzde 52’sinin deniz çayırlarıyla kaplı ve bir hektar alanda fotosentezle 4-20 litre arasında oksijen üretme potansiyeline sahip dört farklı deniz çayırı türü tespit edildi.
Koruma altına alınan ve kıyı ekosisteminde sayılarının artırılması hedeflenen deniz çayırlarının ürettikleri oksijen sayesinde Marmara Denizi’nde müsilaj oluşumunun önüne geçilmesine yardımcı olması hedefleniyor.
Kıyı etkileşiminde doğal bariyer görevi üstlenen deniz çayırları erozyonu önleyici ve karbon yutağı olarak iklim kriziyle mücadelede de önemli rol oynuyor.
⦿ https:// static.bianet.org/2025/04/adsiz- tasarim-2025-04-18t154831-684.jpg
Pina midyeleri belirlendi
“ MAR-PİNA” projesi kapsamında ise Akdeniz’e özgü endemik pina midyesi üzerine odaklanıldı.
Çalışmalarla, saatte 6 litre deniz suyunu temizleyebilen ve doğal su arıtma cihazı işlevini gören pina midyelerinin dünyada hayatta kalan tek sağlıklı popülasyonunun Marmara Denizi’nde bulunduğu belirlendi.
Müsilajla mücadeleye doğrudan katkı sağlayan pina midyelerinin, çoğaltılmasıyla denizin doğal dengesini korumada önemli bir işlev üstleneceği değerlendiriliyor. (TY)
=======================
Duruşmaya Kibar’ın ailesi ve yakınlarının yanı sıra çok sayıda siyasi parti, demokratik kitle örgütü ve ekoloji örgütü temsilcisi katıldı.
Artvin Cankurtaran’da orman parkı projesi kapsamında yapılacak ağaç kesimini engellemeye çalışırken silahlı saldırıyla 3 Eylül 2024’te öldürülen Reşit Kibar’ın davasının ilk duruşması Artvin Adliyesi’nde görülmeye başlandı.
Duruşmaya Kibar’ın ailesi ve yakınlarının yanı sıra çok sayıda siyasi parti, demokratik kitle örgütü ve ekoloji örgütü temsilcisi katıldı.
sendika.org’un aktardığına göre, salonun yetersiz olması nedeniyle avukatlar daha büyük bir duruşma salonu talep etti.
Mahkeme heyeti, duruşmanın daha büyük bir salonda yapılması için duruşmayı 30-Mayıs-2025 ’e bıraktı.
Dava avukatı ve Halkevleri Hukuk Sekreteri Haktan Özkan, adliye çıkışında şöyle dedi:
"Bu kararı aldıran salonu, koridorları ve adliye önünü dolduran sizleriniz. Teşekkür ediyorum. 30 Mayıs’ta o daha büyük salonu da doldurmak zorundayız. Bu iki sanığın yargılandığı bir dava değil, tüm Doğu Karadeniz’in çevre ve yaşam mücadelesidir. Bu yargılamanın sonunda sadece bu sanıkların değil, arkalarındaki suç şebekesinin de ceza almasını sağlayacağız."
Duruşmaya Kibar’ın ailesi ve yakınlarının yanı sıra çok sayıda siyasi parti, demokratik kitle örgütü ve ekoloji örgütü temsilcisi de katıldı
Salonun çok küçük olması sebebiyle avukatlar daha büyük bir salon talep etti
https://t.co/Fow2UdqOcs pic.twitter.com/6YvLBZDpFD
— sendika.org (@sendika_org) April 18, 2025
⦿ https://twitter.com/ sendika_org/status/1913116804974620791
Ne olmuştu?
Artvin’in Borçka ilçesine bağlı Çifteköprü’deki Cankurtaran mevkiinde “Konaklamalı Mesire Alanı Projesi” kapsamında 3 Eylül 2024’te iş makineleri ormanlık alana girdi. Köylüler, ağaçlarının kesilmesine izin vermeyeceklerini söyleyerek iş makinelerine engel olmaya çalışınca projeyi yürüten şirketle bağlantılı olduğu iddia edilen Muhammet Ustabaş, köylülere silahla saldırdı.
Saldırıda ağır yaralanan Reşit Kibar hayatını kaybederken, iki köylü yaralandı. Saldırıdan sonra Muhammet Ustabaş tutuklanırken, ruhsatlı tabancanın sahibi Fikret Merttürk adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Cankurtaran’da turizm tesisi yapmak üzere ağaç kesim ihalesini ve tesis yapma iznini alan Merttürk ailesinden Yunus Merttürk, Kocaeli Kartepe merkezli bir şirketler grubunu yönetiyor. Artvinli Merttürk, Kocaeli’de yaşıyor. Gülaş İnşaat, Gülaş Makine, Yapısoy Beton gibi şirketlerin sahibi olan Merttürk, AKP’ye yakınlığı ile dikkat çeken bir isim. Saldırının ardından Yapısoy Beton, projeden çekildiğini açıkladı.
Silahlı saldırıda şans eseri hayatta kalan ve arkadaşı Reşit Kibar’ı kaybeden Halkevleri Temsilcisi Dursun Ali Koyuncu ise 7 Eylül’de tutukland
⦿ https://bianet.org/haber/ resit-kibar-davasi-ertelendi-306567
=======================
Bülent Şık, Sağlık Bakanlığı’nın kanser verilerini kamuoyuna açıkladığı için yargılandığı ve 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldığı davada beraat etti.
Sağlık Bakanlığı’nın kanser verilerini kamuoyuyla paylaştığı gerekçesiyle yargılanan gıda mühendisi Bülent Şık, 6 yıl sonra beraat etti.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Ceza Dairesi’ndeki duruşmada savcı Şık’ın bakanlık izni olmadıkça araştırmayı yayınlayamayacağını savundu.
Sağlık Bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi arasındaki protokole atıf yapan savcı, Şık’ın Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) ‘Göreve ilişkin sırrın açıklanması’ başlıklı 258. maddesi uyarınca cezalandırılmasını istedi. 1 yıldan 4 yıla kadar hapsini talep etti.
Şık’ın avukatı Abbas Yalçın, mütalaaya karşı yaptığı savunmada Yargıtay’ın bozma kararını hatırlattı. Şık’ın anayasal haklarını kullandığını söyledi. “Ortada bir devlet sırrı yok” diyerek Şık’ın beraatını istedi.
Kararını açıklayan mahkeme İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2019’da verdiği 1 yıl 3 aylık hapis cezasının kaldırılmasına hükmetti.
Ayrıca ‘göreve ilişkin sırrın açıklanması’ suçlamasından da ’yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması’ nedeniyle beraatına karar verdi.
Bülent Şık, Akdeniz Üniversitesi’ne bağlı Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi’nde akademisyen olarak çalışırken Sağlık Bakanlığı’nca yürütülen bir halk sağlığı araştırmasında görev aldı.
Araştırma Türkiye’de kanser vakalarının sık görüldüğü illerde kanser ile çevresel kirlilik arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılmıştı.
Araştırma sonucunda Kocaeli, Kırklareli, Tekirdağ, Edirne ve Antalya’dan alınan bazı gıdalar ve su örneklerinde sağlığı tehdit eder seviyede pestisit, ağır metal ve polisiklik aromatik hidrokarbonların varlığı ile bazı yerleşim yerlerinden alınan suların içilmemesini gerektirecek düzeyde kurşun, alüminyum, krom ve arsenik içerdiği tespit edilmişti.
Sağlık Bakanlığı’nca gizlenen araştırmanın sonuçlarını bianet ve Cumhuriyet’te yazan Şık hakkında 12 yıl hapsi istemiyle dava açılmış, yapılan yargılama sonucunda Şık’a TCK 258. madde yer alan “göreve ilişkin sırrı açıklama” suçlamasıyla 15 ay hapis cezası verilmişti. Yargıtay, cezayı bozarak Şık’ın yeniden yargılanmasına karar vermişti.
⦿ https://m.bianet.org/ bianet/saglik/213598-bulent-sik-a-1-yil-3-ay-hapis- cezasi
Bülent Şık Barış Akademisyenleri’nin “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzaladığı için Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında 677 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile akademiden ihraç edilmişti.
⦿ https://bianet.org/bianet/ toplum/170969-akademisyenler-bu-suca-ortak-olmayacagiz- diyor
https://bianet.org/kurdi/ hukuk/180982-15-imzaci-akademisyen-ihrac-edildi
⦿ https://bianet.org/haber/ bulent-sik-a-1-yil-3-ay-hapis-cezasi-213598
⦿ https://bianet.org/haber/ bulent-sik-6-yil-sonra-beraat-etti-306558
=======================
Özbekistan ve Bosna Hersek’te Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne bağlı yeni fakülteler kurulurken, Bitlis Eren Üniversitesi’ndeki bir yüksekokul kapatıldı, bazı fakültelerin adı değiştirildi.
Bazı üniversitelere bağlı enstitü, fakülte ve yüksekokulların kurulması, kapatılması, birleştirilmesi ve isimlerinin değiştirilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı, Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlandı.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yayımlanan karara göre, bazı fakültelerin isimlerinde değişikliğe gidildi.
Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne bağlı İbni Sina Tıp Fakültesi’nin adı Buhara İbni Sina Tıp Fakültesi, Muş Alparslan Üniversitesi’ne bağlı İslami İlimler Fakültesi’nin adı İlahiyat Fakültesi, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi bünyesindeki İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi’nin adı Teoman Duralı İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi’ne bağlı Finans Enstitüsü’nün adı ise Ticaret ve Finans Enstitüsü olarak değiştirildi.
Kararla birlikte yurt dışında yeni fakültelerin kurulmasına da onay verildi. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörlüğü’ne bağlı olarak Özbekistan’ın Semerkant kentinde Tıp Fakültesi, Buhara’da Diş Hekimliği Fakültesi ve Sağlık Bilimleri Fakültesi ile Bosna Hersek’in Saraybosna kentinde Uluslararası Tıp Fakültesi ve Uluslararası Diş Hekimliği Fakültesi açılacak.
Bitlis Eren Üniversitesi’ne bağlı Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu kapatılarak yerine Spor Bilimleri Fakültesi kurulmasına karar verildi.
Ayrıca, Sağlık Bilimleri Üniversitesi bünyesindeki Trabzon Tıp Fakültesi, Trabzon Üniversitesi Rektörlüğü’ne devredildi ve adı sadece Tıp Fakültesi olarak belirlendi.
⦿ https://bianet.org/haber/ bazi-fakultelerin-adi-degisti-yeni-fakulteler- kuruldu-306527
=======================
Eğitim Sen Genel Başkanı Kemal Irmak, kararın yalnızca proje okullarına yönelik olmadığını, ülke genelindeki norm fazlası öğretmenleri kapsadığını vurguladı.
“ Proje okullar”da görevli öğretmenlerin “sürgün” edilmesine yol açan müdahaleye karşı çıkan öğrencilerin isyanı sürerken, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan (MEB) norm fazlası öğretmenlerin resen atamalarının durdurulması kararı geldi.
bianet’e konuşan Eğitim Sen Genel Başkanı Kemal Irmak, söz konusu uygulamanın yalnızca proje okullarına yönelik olmadığını, ülke genelindeki norm fazlası öğretmenleri kapsadığını vurguladı.
Irmak, “Bakan [Yusuf Tekin], proje okullarında 6 bin öğretmenin kadro dışı kaldığını açıkladı. Diğer taraftan proje okulları dışındaki okullarda da norm fazlası var. Onların da bir yere gitmesi lazım. Bu bir kargaşaya sebep oldu. Resen atamaları ağustos-eylül ayına kadar erteleyerek yeni bir formül arayışına girecekler. Durum bundan ibaret,” dedi.
Lise öğrencileri ve velilerin gösterdiği tepkilerin bu kararda etkili olup olmadığına ilişkin soruya Irmak, “Bu tepkilerin elbette etkisi var. Ancak burada bir kafa karışıklığı da oluştu. Sanki bu sadece proje okullarıyla ilgili bir uygulamaymış gibi lanse edildi. Bazı sendikalar da bu yönde paylaşımlar yapınca algı daha da pekişti. Oysa konu çok daha geniş,” yanıtı verdi.
MEB yetkilileri tarafından “bir nedenle istihdam alanı daralanlar” şeklinde tanımlanıyor. Örneğin, bir dersin haftalık saatinin azaltılması, o branştaki öğretmenlerden birinin norm fazlası olmasına yol açabilir. Bu durumda, “hizmet puanı en az olandan başlamak üzere” öğretmenler norm kadro fazlası olarak belirleniyor.
Irmak, yaşanan sorunun temelinde MEB’in uzun yıllardır eğitimle ilgili kapsamlı bir planlama yapmamasının yattığını söyledi:
“ Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu’da ciddi öğretmen ihtiyacı varken; başka bölgelerde öğretmen fazlalığı oluştu. Bu tamamen plansızlık sonucu ortaya çıktı. Bakanlık yıllardır eğitimin hiçbir alanıyla ilgili bir planlama yapmadı. Bu bölgelerde öğretmenleri tutmak için hiçbir teşvik mekanizması devreye sokulmadı.”
Ülkede bir yanda 100 bine yakın öğretmen açığı, diğer yanda 30-40 bin öğretmen fazlası olduğunu belirten Irmak, bu çelişkinin eğitim politikalarındaki plansızlık ve günübirlik kararlarla daha da büyüdüğünü söyledi.
Lise öğrencilerinin isyanının da yaşanan gelişmelere denk düştüğünü belirten Irmak, “Bakanlık, eğitimin devasa sorunlarını çözmek yerine, kendi kafasındaki eğitim anlayışını hayata geçirme çabasında. Büyük resmi göremediği için her gün yeni bir sorunla karşı karşıya kalıyoruz,” dedi.
Çeşitli kentlerde, eğitim dünyasında “proje okullar” olarak bilinen, orta öğrenim okullarında çalışan 20 bini aşkın öğretmenin, görev yerleri 8 Nisan’da “norm kadro” gerekçesiyle değiştirilmiş ve atamalar öğretmenler, öğrenciler, veliler tarafından tepkiyle karşılanmıştı.
Türkiye’nin birçok ilindeki okullarda protesto eylemleri gerçekleşirken sendikalar Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) önünde açıklamalar yapmıştı.
Bakan Yusuf Tekin Türkiye genelinde 38 bin öğretmenin görev süresinin dolduğunu ve yüzde 80’inin görev süresinin uzatıldığını belirtmişti. 14 Nisan’da basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Tekin, yaklaşık 6 bin öğretmenin görev süresinin uzatılmadığını söylemişti.
Milli Eğitim Bakanlığının 2014’te başlattığı uygulamayla “başarılı” ve “seçkin” liselerin özel bir statüye alınarak, daha esnek ve özgün programlarla "proje geliştiren kurumlar" hâline getirilmeleri amaçlanmıştı. Ancak uygulamada birçok sorun ortaya çıktı.
Türkiye’de yaklaşık 300’den fazla proje okul var. Özellikle fen liseleri, anadolu liseleri, sosyal bilimler liseleri ve bazı meslek liseleri bu kapsama alınmıştı. MEB her yıl yeni okulları bu listeye ekleyebiliyor.
Ancak uygulamada proje geliştirmesi beklenen okulların merkezi denetime bağımlılığı arttı. Esnek yönetimle yenilikçiliğe yönelmesi beklenen okullar öğretmenlerin keyfî tayin işlemleriyle huzursuzluğa sevkedilirken başarıyı çoğaltma iddiası öğrenci ve mezunların sisteme isyanına yol açtı.
Okul yönetimlerinin merkezi atama ile değiştirilebilmesi, öğrencilerin ve öğretmenlerin karar alma süreçlerine katılımını aşağı çekerken, bu nitelikleriyle öne çıkan okulların “kimlik” ya da “geleneği” zedeleniyordu. Kimi okullarda sevilen ve deneyimli öğretmenlerin gönderilmesi öğrencilerde büyük tepkiye yol açtı. Özellikle Kadıköy Anadolu Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Bornova Anadolu Lisesi, Vefa Lisesi gibi köklü okullarda öğrenciler "Biz proje değil, öğrenciyiz!" sloganıyla protestolar düzenledi.
⦿ https://bianet.org/haber/ norm-fazlasi-ogretmenlerin-resen-atamalari- durduruldu-306522
=======================
Türkiye’de Nisan ayının ilk iki haftasında farklı iş kollarında çalışan üç çocuk/genç işçi meydana gelen iş cinayetleri sonucu yaşamlarını yitirdi. 17 yaşındaki bir çocuk/genç işçi de hayatına son verdi. Bir başka çalıştırılan çocuk da parmaklarını kaybetti.
⦿ https://bianet.org/ haber/15-gunde-dort-cocuk-genc-isci-calisirken- oldu-306538
=======================
22-04-2025
AKP’den ihraç edilen eski vekil Hüseyin Kocabıyık, kararın gerekçesini “Siyasi tarihimizin en büyük esprisi” olarak tanımladı.
Kocabıyık, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) odaklı ‘terör’ ve ’yolsuzluk’ iddiasıyla başlatılan soruşturmalardaki gözaltılar sonrası X’ten (19 Mart’ta) şöyle yazmıştı: “Recep Tayyip Erdoğan… Geleceğin yer burası mıydı? Biz bunlar için mi mücadele ettik? Bunun için mi mahkemelerde süründük yıllarca? Sen aslında kendine darbe yaptın haberin yok!”
Eski AKP’li vekil paylaşımın ardından disipline sevk edilmiş, 11 Nisan’da da partiden ihraç edilmişti.
Kocabıyık bugün X‘ten AKP’nin karara ilişkin tebligatını paylaştı ve şöyle yazdı:
“ AK Parti siyasi tarihimizin en büyük esprisini yaptı. Bilindiği gibi geçtiğimiz hafta beni partiden ihraç ettiler.
Gönderdikleri tebligatta ihraç gerekçesi aynen şöyle belirtilmiş: ‘Partinin tüzük ve programına, demokrasi, insan hakları ve hukukun evrensel temel kural ve normlarına aykırı faaliyetlere katılmak, destek olmak yahut bizzat aykırı eylem ve işlemlerde bulunmak’.
Bu şaka değil, AK Parti beni demokrasi, hukuk ve insan haklarına aykırı eylemlerimden dolayı ihraç etmiş. Siyasi mizaha katkılarından dolayı bu arkadaşlara teşekkür ederiz ama ciddiyet ne olacak?”
Kocabıyık, 25 ve 26’ncı dönem İzmir milletvekiliydi.
⦿ https://www.diken.com.tr/ saka-degil-akpnin-ihrac-gerekcesi-insan-haklari-ve- hukuka-aykirilik/
=======================
Saraçhane protestolarındaki işkence iddialarını paylaştığı için tutuklanıp tahliye olan İstanbul Üniversitesi öğrencisi Eren Üner, beş raporla belgelediği işkenceleri anlattı: “Sorgu odasında, darp etmeye devam ettiler. 'Seni Çevik Kuvvet polisi otobüsünün arka kapısından sokarız, ön kapısından cesedin çıkar' dediler. 'Biz 24 saat çalışıyoruz, kadın yüzü görmüyoruz, avukatın bir gelsin de... onu' dediler. Amirleri, ardıma cop sokacağını söyledi ve diğer polislerden cop istedi. Beş farklı kurumdan darp raporum var.” Emniyet: "İddialar, gerçek dışı, asılsız ve teşkilatımızı yıpratmaya yönelik iftiralardan ibarettir."
Serbestiyet
21-Nisan-2025
İstanbul Üniversitesi Tarih bölümü öğrencisi Eren Üner (23), Saraçhane protestoları sırasında gözaltına alınması ve ardından tutuklanması ile devam eden süreçte yaşadıklarını X hesabından yaptığı paylaşımlarla anlattı.
Üner, “Yapılan işkenceleri, herkese açık kendi sosyal medya hesaplarından paylaşan çevik kuvvet polislerini kişisel sosyal medya hesabımdan haber yaptığım için gözaltına alındım ve tutuklandım” dedi.
24 Mart Pazartesi saat 23.00’ten 25 Mart Salı 05.00’e kadar Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında tutulduğunu, bu sırada işkence gördüğünü, 25 Mart günü sevk edildiği hakimlikçe tutuklandığını ve 9 Nisan’da cezaevinden tahliye edildiğini anlatan Üner’in yazdıkları şöyle:
“ Saraçhane olaylarında birçok Çevik Kuvvet polisi protestoculara sert müdahalede bulundu. Hatta protestocular Saraçhane Parkı’nda ters kelepçeli, yüzüstü yatırılarak sabaha kadar bekletildi. Bazı Çevik Kuvvet polisleri yaşanan bu olayları, kendi cep telefonlarından kaydederek, sosyal medya hesaplarından küfür ve hakaret içerikli başlıklarla paylaştılar.
“ Bu paylaşımları ilk gördüğümde şok olmuştum. Çünkü bazı Çevik Kuvvet polisleri, aleni işkence gören insanların önünde selfie fotoğraf çekiniyorlar, protestocuların ailevi değerlerine küfür eden paylaşımlarda bulunuyorlardı. Paylaşımları yapan kişilerin polis olduklarını herkese açık kendi sosyal medya paylaşımları sayesinde doğruladım.
“ Hesapların herkese açık olduğunu da teyit ettim. Bu doğrulama-teyit süreci sonrasında paylaşımları ve herkese açık profilleri kendi Twitter hesabımdan, küfür ve hakaret olmadan paylaştım.
“ 23 Mart Pazar günü, sabaha doğru yaptığım paylaşımlar infial yarattı. Milyonlarca görüntüleme aldı. Bu paylaşımları benden önce paylaşan onlarca insan vardı, ben sadece derledim ve daha düzgün bir şekilde paylaştım. Paylaşımları yaptıkça bana insanlardan bu tarz daha fazla paylaşım gelmeye başladı. Yine bir teyit süreci sonrasında aleni işkence görüntülerini paylaşan birkaç Çevik Kuvvet Polisini daha haber yaptım. Bu sürecin tamamında toplam altı Çevik Kuvvet Polisinin paylaşımını haber yaptım.
“ 24 Mart Pazartesi günü yine Saraçhane’deydim ve yaşanan gelişmeleri Twitter hesabımdan anbean paylaşıyordum. Birkaç gün uyumamanın yorgunluğuyla alandan erken saatlerde ayrıldım ve evime geçtim. Saat 22.00 suları 4-5 sivil polis evime geldi ve kapıya sertçe vurmaya başladılar.
“ Kapıyı açtım, ellerimi polislerin açıkça görebileceği bir şekilde havaya kaldırdım. Sivil polislerin ellerinde silah vardı ve bana tutuyorlardı. ‘Memur bey sakin olun’ diyerek yavaş şekilde, polislerin istekleri üzerine sırtımı onlara döndüm ve beni ters kelepçe bir şekilde yere yatırdılar.
“ İki araç beni almaya gelmişlerdi. Bindirildiğim araçta sivil polisler, diğer araçta ise amirleri bulunuyordu. Yolculuğa başlamadan önce amirleri kendi aracından camı açarak ‘ezin onu’ diye bağırdı. İlk önce hastaneye darp raporu almaya gittik. Polis kelepçemi çıkartmadı ve darp raporu alınırken odadan çıkmadı.
“ Hastaneden çıkıp araca bindirildikten sonra amirleri kendi aracından bulunduğum araca geçti. Vatan Emniyet’e olan 10-15 dakikalık yolculuk süresince darp edildim. Yolculuk boyunca bana tokat, yumruk ve tekme atıldı. Amirlerinin boyu biraz kısa olduğu için, arka koltukta sırtını sol arka kapıya dayayarak bana art arda birkaç defa tekme attı.
“ Sorgu odasına girdiğimizde ters kelepçem çıkarıldı ve kelepçe önden takıldı. Beni sorgu odasının ortasına, yere oturttular. İlk önce bana ‘hangi örgüte mensupsun’ gibi sorular soruldu. Kendimi ve yaptığım şeyi anlatınca söylemleri değişti. Bu sefer ’sana mı kaldı bunu yapmak’ demeye başladılar.
“ Sorgu odasında, her türlü fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldım. Bu esnada benim üzerime farklı suçları yıkmaya çalıştılar. Haberini yaptığım Çevik Kuvvet polislerinden bir tanesinin kapısının önüne ‘KORKAK’ diye bir not bırakıldığını ve bunu benim bıraktığımı söylediler. Asla kabul etmedim, kabul etmedikçe beni darp etmeye devam ettiler.
“ Benim hayatımın mahvolduğunu ve hiçbir zaman düzelmeyeceğini bana sürekli dikte ettiler. Bununla yetinmeyip beni Çevik Kuvvet polislerinin eline vereceklerini ve beni öldüreceklerini söylediler. Hatta tam manasıyla ‘seni Çevik Kuvvet polisi otobüsünün arka kapısından sokarız, ön kapısından cesedin çıkar’ cümlesi kullanıldı.
“ Amirleri oturduğu koltukta arkaya yaslanarak ayaklarını omzumun üstüne koydu ve sigara içmeye başladı. Bir süre beni darp etmeyi bıraktılar. O esnada sürekli ‘neden böyle yaptıklarını, yanlış bir şey yapmadığımı, suç işlemediğimi’ söylüyordum.
“ Ben bu cümleleri sürekli ifade edince, polisler ‘hukuksuz bir şey yapmadığını nereden biliyorsun’ diye sordular. Ben de kişisel olarak bir avukat hanımefendiyi tanıdığımı ve ona sorduğumu söyledim. Böyle söyleyince bahsettiğim avukata tecavüz edeceklerini söylediler, tam manasıyla ’Biz 24 saat çalışıyoruz, kadın yüzü görmüyoruz, avukatın bir gelsin de … onu’ cümlesini kullandılar.
“ Sonrasında amirleri eline peçete alarak cinsel organımı pantolonumun üzerinden ellemeye çalıştı, izin vermedim, direndim. Sonucunda bu eylemi gerçekleştiremedi ve gerçekleştirme çabasına devam etmedi. Başka bir polis ise kazağımın üzerinden göğsümü elledi, elini omzumla itince devam etmedi. Sonrasında benim eşcinsel olduğumu söylediler, tam manasıyla ‘Bu kesin i… …’ cümlesini kullandılar.
“ İşkencenin başından itibaren amirleri benim ardıma cop sokacağını söyledi ve diğer polislerden cop istedi fakat bu gerçekleşmedi. Ayrıca yine amirleri beni çıplak bir şekilde montajlayıp kendi sosyal medyamdan paylaşacaklarını, evimin önüne büyük yaştaki eşcinsel insanların gelip mastürbasyon yapacaklarını söylediler.
“ Sabaha doğru 05.00 suları nezarete götürüldüm. Sorgu odasında avukat geldi. Fiziksel ve psikolojik şiddet devam ediyordu. Beni Çevik Kuvvet polislerinin eline vereceklerini, onların beni öldüreceklerini söylediler. Baro’dan atanan avukat bunlara şahit oldu ve ‘Yok yok gerek yok yapmayın, akıllanmıştır o’ dedi. Beni ifade için başka bir odaya götürdüler.
“ İfademi, ben işkence gördüğüm esnada odada işkencemi izleyerek, bana sorular soran polis aldı. İfademde uzun uzun olayı anlatmaya çalışırken Baro’dan bana atanan avukat ifademi kısa kesmem gerektiğini söyledi ve benim ifademi yarıda kestirdi. Bu sebeple ifademde işkence gördüğümü söyleyemedim. Nezarete geri götürüldüm.
“ 25 Mart Salı 08.00-09.00 suları nezarethaneden hastaneye götürüldüm. Darp raporu alındığı sırada kelepçem çıkarılmadı ve polisler odadan çıkmadılar. Bu sebeple darp edildiğimi söyleyemedim. Yüzümde görülür şekilde darp izleri bulunmasına rağmen görevli doktor bana darp raporu hazırlamadı. Özellikle kulaklarım atılan tokatlar sebebiyle çok kötü durumdaydı.
“ Çağlayan Adliyesi’ne götürüldüm. Mahkemeye çıktım ve tutuklu yargılandım. Metris Cezaevi’ne götürüldüm. Cezaevi girişinde darp edildiğimi söyledim. Cezaevi görevlisi, dosyamda darp raporu olmadığı için beni içeri almayacağını yanımdaki polislere söyledi. Yanımdaki polisler amirlerini aradı ki bu kişi bana işkence yapan polislerden birisi. Telefonda bağırdı ve bana küfür etti.
“ Sonra polisler cezaevi yetkilisine telefonu uzattılar. Amirleri cezaevi yetkilisiyle tartıştı. Sonucunda cezaevi yetkilisi dosyamda darp raporu olmadığı için beni cezaevine almadı. Haseki Devlet Hastanesi’ne götürüldüm. Orada detaylı bir darp raporum alındı. Darp raporum dosyaya eklendi ve cezaevi yetkilisi beni içeri almayı kabul etti.
“ Toplam beş farklı kurumdan alınmış darp raporum var. Yüzümde, özellikle kulaklarımda, sol üst kolumda, sağ üst kolumda, sırtımın, ensemin alt kısmında ağır darp izleri, ellerimde ve bileklerimde kelepçe izleri var. Bu izlerin bir kısmı, üç buçuk hafta geçmesine rağmen hala vücudumda duruyor.
“ Yaşanan işkenceyle ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. İşkenceci polislerin en ağır cezayı alması için, beni tamamen gönüllü destekleyen avukatlar sonuna kadar çaba harcıyor.”
Emniyet Genel Müdürlüğü, Eren Üner’in açıklamasında öne sürdüğü iddiaları reddetti.
Emniyet’in yazılı açıklamasında şu ifadelere yer verildi:
“X platformu üzerinden “@erennuner” kullanıcı isimli E.Ü.’nün gözaltı işlemleri sırasında kötü muameleye uğradığına dair 20-04-2025 tarihinde ileri sürdüğü iddialar, gerçek dışı, asılsız ve teşkilatımızı yıpratmaya yönelik iftiralardan ibarettir.
Adı geçen şahsın 24-03-2025 tarihinde Kişisel Verileri Hukuka Aykırı Ele Geçirme ve Yayma suçu kapsamında gözaltına alındığı, yapılan işlemlerin ardından 25-03-2025 tarihinde tutuklanarak cezaevine gönderildiği ve 09-04-2025 tarihinde serbest bırakıldığı görülmüştür.
Gözaltı süresince alınan (3) adet doktor raporunun tetkikinde, darp ve cebir izine rastlanmadığı, ayrıca avukat eşliğinde alınan ifadesinde de darp, cebir ya da kötü muamele konularından bahsetmediği ve şikâyetçi olmadığı tespit edilmiştir. Nitekim serbest bırakıldığı 09-04-2025 tarihinden iddialarda bulunduğu 20-04-2025 tarihine kadar herhangi bir adli makama / kolluk birimine şiddet ya da kötü muamele gördüğüne dair başvurusunun olmadığı da anlaşılmıştır.
Öte yandan gözaltına alınan şahısların aranması “Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği” ile “Adli ve Önleme Arama Yönetmeliği”ne göre yapılmakta olup Teşkilatımız, tüm bu iş ve işlemleri, yukarıda belirtilen yönetmeliklerin çizdiği çerçevede büyük bir hassasiyetle ve titizlikle yerine getirmektedir.
Adı geçen kişi ile ilgili adli makamlara suç duyurusunda bulunulacaktır.”
=======================
Karaköy’deki Türk Ortodoks Patrikhanesi’nde patrik Ümit Erenerol’un yönettiği ayine ilginç isimler katıldı: Emekli general Veli Küçük, emekli amiral Cihat Yaycı, deprem profesörü Ahmet Ercan ve eski bakan Namık Kemal Zeybek.
Serbestiyet
21-Nisan-2025
Türk Ortodoks Patrikhanesi, Paskalya Bayramı için İstanbul Karaköy’deki Merkez Meryem Ana Kilisesi’nde ayin düzenledi.
Türkçe ilahi ve duaların okunduğu ayine emekli Tümamiral Cihat Yaycı, emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Prof. Ahmet Ercan ve Ata Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek de katıldı.
Ayini Türk Ortodoks Patriği Ümit Erenerol yönetti. Ümit Erenerol, 1922 yılında patrikhaneyi kuran Zeki (Eftim) Erenerol’un torunu. 1965’te ölen Eftim Erenerol’un yerine oğlu Turgut Erenerol 2. Eftim olarak geçti. Turgut Erenerol’un ölümünden sonra da Selçuk Erenerol üçüncü Türk Ortodoks Patriği seçildi. 2002’de Selçuk Erenerol’un ölümünden sonra da bu göreve Selçuk Erenerol’un oğlu Paşa Erenerol getirildi. Sevgi Erenerol, amcası Turgut Erenerol’un 1991’de ölümü üzerine patrikhanenin basın ve halkla ilişkiler sorumlusu.
Adı Ergenekon davaları sırasındaki, bu kilisede yapılan buluşmalar ve tutuklanan Sevgi Erenerol ile duyulan Türk Ortodoks Patrikhanesi, Rum Patrikhanesi’ne karşı 1921’de Ankara Hükümeti tarafından kurulmuş bir devlet girişimi.
Prof. Elçin Macar’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan “İstanbul Rum Patrikhanesi” kitabında Türk Ortodoks Patrikhanesi’ni şöyle anlatmıştı:
“ Ankara Hükümeti, Anadolu Hıristiyanları için bir kilise kurma planını, Anadolu’nun işgali sürerken, 1921’de bir bakanlar kurulu kararı ile gerçekleştirmeye başlar. 1922’de Kayseri’de, Papa Efthim önderliğinde ‘Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi’ kurulur. Ancak bu kilisenin cemaatini oluşturması beklenen Kapadokya Ortodokslarının mübadelesi kararının alınmasıyla, proje çöker. Fernau bu kararı, Rum Patrikhanesi’nin İstanbul’da kalacağının anlaşılmasına bağlar. Türkiye böylece, kalacağı anlaşılan Patrikhane’nin Anadolu’da hiçbir etkisinin kalmamasını sağlamayı amaçlar.
1924 tarihli bir kararname ile Papa Efthim ve ailesinin mübadele edilmeyip, İstanbul’a yerleşmesine izin verilmesi kararlaştırılır. Yalnız kız kardeşi onunla kalır, diğer iki kız kardeşi ve bir erkek kardeşi, Selanik yakınlarında Pellas vilayetinin Arides kasabasına yerleşirler.
Efthim, Patrikhane ile arası kötü olan Galata Rum cemaatinin ileri gelenlerinin de teşvikiyle, Galata’daki Panayia Kilisesi’ne yerleşir. Burayı ‘Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin merkezi, kendisini de patrik ilan eder. 1965 yılındaki kriz sırasında oğulları Turgut ve Selçuk Erenerol, Galata’daki Ayios İoannis ve Ayios Nikolaos kiliselerine de el koyacaklar, böylece yönettikleri kilise sayısı üç olacaktır.
Papa Efthim’in ölümü üzerine 1968’de yerine büyük oğlu Turgut, onun 1991’deki ölümü üzerine de küçük oğlu Selçuk Erenerol geçer. Selçuk Erenerol’un 2002’deki ölümünden beri yerinde oğlu Paşa Erenerol bulunmaktadır. Papa Efthim döneminden beri cemaati bulunmayan bu kilise, hiçbir kilise tarafından tanınmamış, Türkiye’nin Rum Patrikhanesi’ne yönelik olarak elinin altında bulundurduğu bir denge aracı işlevi taşımıştır.
Bu kilise, hiçbir zaman Ortodoks bir kilise örgütlenmesinin sahip olması gereken asgari koşullara sahip olmamıştır. Örneğin Ortodoks ilahiyatına göre episkoposların ilahiyat eğitimi almak zorunda olmalarına rağmen, ne Papa Efthim ne de oğulları bu eğitimi almışlardır. Bir diğer zorunluluk, patriği dinadamlarından oluşan bir Kutsal Meclis’in seçmesidir ki bu da bu kilisede hiç gerçekleşmemiştir. Bir diğer koşul olan episkoposların evlenmeme geleneğine, ne Papa Efthim ne de oğulları uymuştur.”
=======================
Hablemitoğlu suikastına ilişkin davaya Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edildi. Davanın sanıklarından eski MİT‘çi Enver Altaylı: “Mehmet Eymür bir gün Amerika’da ziyaretime geldi; orada bu cinayete ilişkin, ’Teşkilattaki bazı şahısların bilgisinin olduğunu biliyorum’ dedi. O zamanki MİT müsteşarının da tanık olarak dinlenmesinde fayda var." Duruşma 27 Haziran’a ertelendi.
Serbestiyet
22-Nisan-2025
Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya davanın tek tutuklu sanığı Nuri Gökhan Bozkır ile başka davadan hükümlü Enver Altaylı, duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katıldı. Tutuksuz sanıklar Levent Göktaş, Fikret Emek, Ahmet Tarkan Mumcuoğlu, Aydın Köstem ve Mehmet Narin, duruşma salonunda hazır bulundu. Firari sanıklar Mustafa Özcan ve Serhat Ilıcak ise duruşmada yer almadı.
Mahkeme başkanı, Hablemitoğlu’nun Atatürkçü Düşünce Derneği’nde (ADD) katıldığı konferansın görüntülerindeki şüphelilerin tespiti için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazılan yazıya yanıt verilmediğini bildirdi. Duruşmada söz alan sanıklardan Fikret Emek, “Bu dava ne zamana kadar sürecek? Adli kontrolün hafifletilmesini istiyorum” dedi. Sanıklardan Aydın Köstem ise “Ayağında sadece elektronik kelepçe olan benim. Çok mağdurum, kaldırılmasını talep ediyorum” diye konuştu. Duruşmada söz alan sanık avukatları da adli kontrol tedbirlerinin kaldırılmasını talep etti.
Sanıklardan Enver Altaylı ise Hablemitoğlu’nun Alman vakıflarına ilişkin kitabı olduğunu kaydederek, şöyle konuştu:
“ Alperen Ocakları’nın Alman istihbaratı tarafından yönlendirildiği iddia ediliyor bu kitapta. Necmettin Erbakan’ın kurduğu Milli Görüş teşkilatının da aynı şekilde Alman istihbaratı tarafından yönlendirildiği belirtiliyor. Bunlar istihbari bilgiler. Demek ki Hablemitoğlu, kendisine istihbari bilgiler veren çevrelerden bilgi alıyordu. Bu bilgiler doğru bilgiler değil. Necip Hablemitoğlu bu konuda yanıltılmış. Eskişehir’deki konferansı izlemeye gelenler kimdi? Bunların tespit edilmesi mümkündür. Bu durumda Necip Hablemitoğlu’nu yanıltanların da kim olduğu ortaya çıkacaktır. Bunlar, Hablemitoğlu’nu kullandılar. Mehmet Eymür bir gün Amerika’da ziyaretime geldi; orada bu cinayete ilişkin, ‘Teşkilattaki bazı şahısların bilgisinin olduğunu biliyorum’ dedi. O zamanki MİT müsteşarının da tanık olarak dinlenmesinde fayda var.”
Tutuklu sanık Nuri Gökhan Bozkır, “Aleyhime delil yokken ve lehime bazı deliller olmasına rağmen halen neden tutukluyum? Bu durum adalet algısına zarar veriyor” dedi. Sanık ve avukat beyanlarının ardından savcı, tek tutuklu sanık Nuri Gökhan Bozkır’ın tutukluluk halinin, diğer sanıkların da adli kontrol tedbirlerinin devamına karar verilmesini talep etti. Mahkeme heyeti, savcının talepleri kabul edip, duruşmayı 27 Haziran’a erteledi.
=======================
CHP’nin tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasıyla ilgili yürütülen soruşturmada, altı kişi hakkında daha ek araştırma kararı alındı. Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Özay Şendir hakkında da inceleme başlatıldı. Şendir, “İncelemedeki altı kişiden biri de benim” diyerek durumu köşesinden kamuoyuna duyurdu.
Serbestiyet
22-Nisan-2025
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Üniversitesi’ne geçişinde usulsüzlük iddiaları üzerine başlattığı diploma soruşturmasında yeni bir gelişme yaşandı. Savcılık, üniversitenin yatay geçiş kayıtlarını incelemeye aldı ve altı kişi hakkında ek araştırma kararı verdi. Soruşturma kapsamında diploması incelenecek isimlerden birinin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yurt dışı gezilerine eşlik eden gazeteciler arasında yer alan Özay Şendir olduğu ortaya çıktı.
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Özay Şendir, köşesinde yaptığı açıklamada, gelişmeyi doğrulayarak şunları yazdı:
“ İstanbul Üniversitesi’nin yatay geçişlerle ilgili 28 kişilik bir iptal listesi hazırladığını biliyorduk. Dün ortaya çıktı ki, 57 kişilik bir liste hazırlanmış. Bunlardan 28’inin diploması iptal edilmiş, 10’unun kaydını sildirdiği belirlenmiş, altı kişi hakkında da ek araştırma kararı verilmiş. Ek araştırma yapılacak altı kişiden birisi de benim.”
Şendir, Bugünkü köşesinde üniversiteden veya savcılıktan henüz bir çağrı almadığını ancak kamuoyuna karşı sorumluluğu gereği açıklama yaptığını belirtti. İstanbul Üniversitesi’nin incelemesinde, kaydının yönetmelikte belirtilen yatay geçiş tarihleri dışında yapıldığı gerekçesiyle yeniden değerlendirme yapıldığını aktardı.
Açıklamasında kendi eğitim geçmişine de yer veren Şendir, 1989 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçiş yaptığını, ardından İngilizce İşletme’den Türkçe İşletme bölümüne geçtiğini söyledi:
“ YÖK’ü protesto eylemine katıldığım için fakülte sekreteri kaydımın dondurulduğunu söyledi. Dersleri takip edemeyeceğim için Türkçe bölüme geçtim.”
=======================
Papa seçimi, yüzyıllardır neredeyse aynı ritüellerle yapılan ama her seferinde farklı heyecanlar barındıran bir süreç.
Duru Görgülü
22-Nisan-2025
88 yaşındaki Papa Francis’in hayatını kaybetmesiyle birlikte sadece Katolik dünyası değil, bütün dünya “Peki şimdi ne olacak?” sorusunu sormaya başladı. Bir sonraki papa kim olacak? Nasıl seçilecek? Vatikan’da şu an neler dönüyor? Yeni papa nasıl seçiliyor? Tüm bu sorular, dünyanın en eski ve en gizemli seçim sürecine odaklanmamıza sebep oldu. Herkes bacadan çıkacak dumanı bekliyor. Beyaz duman çıkarsa “Tamamdır, yeni papa seçildi!” diyoruz, siyah duman çıkarsa “Yok, daha karar veremediler.” deyip beklemeye devam ediyoruz.
Bu durum bize neyi hatırlatıyor? Tabii ki 2013 yılını! Papa 16. Benedict istifa ettiğinde, Katolik dünyası iki hafta boyunca yeni ruhani liderini beklemişti. Bu süreçte tüm gözler, Kardinaller Koleji denen o gizemli yapının üzerindeydi. Onlarca kardinaller, kapalı kapılar ardında oy kullanıyor, dua ediyor, tartışıyor ve sonunda bir isim üzerinde uzlaşıyor.
Ama bu sadece bir seçim değil, aynı zamanda asırlardır süregelen bir gelenek, bir ritüel, bir tür kutsal tiyatro. Dışarıdan bakıldığında gizemli, içeriden bakıldığında ise son derece ciddi ve detaylı kurallarla örülü bir sistem.
Peki bu sürecin arka planında neler dönüyor? Kimler aday olabilir? Bu karar nasıl veriliyor? Vatikan’ın duvarları ardında neler konuşuluyor? Bakalım yeni papa nasıl seçiliyor ve bu süreç nasıl işliyor?
Benedict XVI, 2013 yılında sağlık gerekçesiyle istifa etmişti. Ondan önceki istifa? 1415 yılında. Yani baya eski! Yani istifa meselesi Katolik Kilisesi tarihinde neredeyse yok denecek kadar nadir. Bir papa vefat ettiğinde ya da görevi bıraktığında, Kardinaller Koleji (evet, tıpkı bir büyücü loncası gibi havalı bir isim!) toplanıyor ve seçim süreci başlıyor. Bu sürece “Konklav” adı veriliyor. Ve işler burada tam anlamıyla ciddileşiyor.
Aziz Petrus Meydanı’nda toplanan kalabalığın gözleri bacaya dikiliyor. Sebep? Çünkü bacadan çıkan dumanın rengi, seçimle ilgili önemli bir sinyal taşır:
Siyah duman: “Henüz karar verilmedi.”
Beyaz duman: “Yeni papa seçildi!”
Evet, gerçekten de o dumanlar özel bir karışımla renklendiriliyor. Tüm dünya, o küçük bacadan çıkan renge göre nefesini tutuyor.
Papa seçme süreci aslında nereden geliyor?
Bu işin kökeni İsa’nın havarilerine kadar gidiyor. İlk papa kabul edilen kişi, Aziz Petrus. Kendisi, İsa’nın en yakın takipçilerinden biriydi. Zamanla onun makamı büyüdü, Roma piskoposu oldu ve ardından Katolik dünyasının “Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi” konumuna geldi.
“ Papa” kelimesi Latince’de “baba” anlamına geliyor. Başta birçok dini lider için kullanılsa da, 6. yüzyıldan itibaren sadece Roma piskoposuna özgü hale geldi. Yani, yavaş yavaş “Papa” unvanı tek kişilik bir taht haline dönüştü.
Orta Çağ’da papalık seçimi adeta bir taht kavgasına dönüşüyordu. Birçok kişi aynı anda “Ben papa oldum!” diye ortaya atılıyor, bazılarıysa antipapa ilan ediliyordu (Yani gerçekten seçilmemiş ama kendini papa sanan kişiler).
1059 yılında Papa II. Nicholas, bu karmaşaya bir dur demek için “Bundan sonra sadece kardinal piskoposlar oy verecek!” dedi. Böylece Kardinaller Koleji yavaş yavaş şekillendi. Bugünkü anlamda Kardinaller Koleji’nin temeli de işte bu reformlarla atıldı. Artık papa seçiminde; oy verecek kişilerin sayısı belli. Yaş sınırı var. Ve en önemlisi: Seçim kuralları net!
Papalık Makamında “Testis Kontrolü” Uygulamasının Ortaya Çıkmasına Neden Olan Kadın: Papa VIII. Joan
⦿ https://listelist.com/ilk- ve-son-kadin-papa-joan/
Bir papa öldüğünde veya istifa ettiğinde, 15 ila 20 gün içinde seçim süreci başlıyor. Bu süre, dünyanın dört bir yanındaki kardinal üyelerin Vatikan’a gelip toplanabilmesi için tanınıyor.
Oy kullanacak kardinal sayısı maksimum 120 ile sınırlı. 80 yaş üstü olanlar oy kullanamıyor. Seçim gizlilik içinde yapılıyor. Kardinaller dış dünya ile iletişimi kesiyor, resmen izole oluyorlar.
Karar verilmesi için en az üçte iki çoğunluk gerekiyor. Bu da demek oluyor ki, “hadi aramızda oylayalım, çoğunluk ne derse o olur” gibi bir sistem değil. Gerçekten üzerinde uzlaşılan bir isim aranıyor.
Şu an dünya genelinde 222 kardinal var. Bunların 120’si papa seçme hakkına sahip. Ancak yıl sonunda yaş haddini aşan 8 kişi daha oy hakkını kaybedecek. Yani, o “beyaz duman” çıkmadan önce çok ciddi diplomasi, konuşmalar ve bolca dua dönüyor!
Her şey Katolik Kilisesi’nin en yüksek rütbeli din adamları olan kardinallerin Roma’ya çağrılmasıyla başlıyor. Kardinallerin yaşı 80’in altındaysa, oy kullanma hakkına sahipler. Ancak küçük bir detay var: hepsi potansiyel birer papa adayı da! Yani o meşhur Sistine Şapeli’ne girerken “yeni papa kim olacak?” sorusunun cevabı aslında içerideki herkes olabilir!
Roma’ya vardıklarında her kardinale yerel bir kilise atanıyor. Bu hem bir onur göstergesi, hem de bir nevi “sahneye çıkma” fırsatı. Çünkü halk bu şekilde kardinallerin yüzlerini tanıyor, isimlerini öğreniyor.
Yazar ve papalık uzmanı John Thavis’in dediğine göre, bu süreç biraz bir politikacının kampanyasına benziyor. Ama dikkat! Adaylar, “kampanya yapıyormuş gibi görünmemek” için ellerinden geleni yapıyorlar. Slogan yok, afiş yok, ama perde arkasında her şey diplomatik bir satranç oyunu gibi ilerliyor.
Kardinaller, Sistine Şapeli’ne giriyor ve kapılar kapanıyor. Bu aşamaya “konklav” deniyor. Latince kökenli bir kelime ve “kilit altında” anlamına geliyor. Çok uygun, değil mi? Buradan itibaren dış dünyayla tüm bağlantı kesiliyor. Cep telefonları, tabletler yok. İçeride ne konuşuluyor, kim kime ne oy veriyor? Kimse bilmiyor. Gizlilik o kadar önemli ki, sadece birkaç görevli dışarıyla temas kurabiliyor. Her gün, maksimum dört kez oylama yapılıyor. İlk gün bir kez, sonrakilerde sabah ve akşam olmak üzere ikişer kez. Seçim gizli oyla yapılıyor ve özel kağıtlar kullanılıyor. Önce kağıtlar dağıtılıyor, herkes oyunu yazıyor, sonra bu oylar toplanıyor ve tek tek sayılıyor.
Eğer kimse oyların üçte ikisini alamazsa, sonuç geçersiz sayılıyor. Peki bu sonuç halka nasıl duyuruluyor? İşte işin o kısmı tam bir tiyatro! Şapelin tepesine yerleştirilen bacadan çıkan dumanın rengi, papa seçilip seçilmediğini gösteriyor.
Bunun için özel kimyasallar kullanılıyor: siyah için katran ve kükürt gibi maddeler, beyaz için potasyum klorat, laktoz ve reçine karışımı. Bu formülü Vatikan 2013’te ilk kez açıkladı. Ondan önce kimse nasıl yaptıklarını tam olarak bilmiyordu!
2013’te Papa Francis seçilmeden sadece birkaç saat önce, bacanın tepesine bir beyaz martı kondu
Bu sahne, dünyadaki milyonlarca izleyiciye umut verdi. Çünkü Katolik halk bu tarz işaretlere inanmayı sever. Gerçekten de o martı boşuna oraya konmamış! Birkaç saat sonra beyaz duman yükseldi ve Arjantinli Kardinal Jorge Mario Bergoglio yeni papa olarak seçildi.
⦿ https:// www.nationalgeographic.com/history/article/how-a-new- pope-is-elected
https://listelist.com/yeni- papa-nasil-seciliyor/
=======================
Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, "Hava Harp Okulu’nun İzmir’e taşınması için çalışma başlatıldığı, arazinin ranta açılacağı ve elde edilecek gelirin F-16 alımında kullanılacağı" iddiasını yalanladı.
22-Nisan-2025
Hava Harp Okulu’nun İzmir’e taşınması için çalışma başlatıldığı, arazinin ranta açılacağı ve elde edilecek gelirin de F-16 alımında kullanılacağı yönündeki iddialara yalanlama geldi.
İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nden (DMM) söz konusu iddialara ilişkin yapılan açıklamada, şunlar kaydedildi:
“ Bazı basın yayın organlarında yer alan, ‘Hava Harp Okulu’nun İzmir’e taşınması için çalışma başlatıldığı, arazinin ranta açılacağı ve elde edilecek gelirin F-16 alımında kullanılacağı’ iddiası doğru değildir. Hava Harp Okulu’nun taşınmasına yönelik alınmış bir karar bulunmamaktadır.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından olası bir İstanbul depremine yönelik risklerin azaltılması ve muhtemel afet sonrası eğitim faaliyetlerinin kesintisiz sürdürülebilmesi amacıyla, Hava Harp Okulu yerleşkesi için alternatif bir konum belirlenmesine yönelik fizibilite çalışması talep edilmiştir.
Söz konusu teknik değerlendirme yazısı, bağlamından koparılarak kamuoyuna servis edilmiştir. Bununla birlikte Hava Harp Okulu yerleşkesinde deprem riski de göz önüne alınarak başlatılan güçlendirme ve iskan amaçlı kapasite artırım çalışmalarının birinci etabı tamamlanmış, ikinci etap çalışmaları devam etmektedir. Kamuoyunu manipüle etmeye yönelik asılsız iddialara itibar etmeyiniz.”
Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu “Hava kuvvetlerindeki turbun büyüğü” başlığıyla kaleme aldığı yazısında, emekli askeri hakim Albay Ahmet Zeki Üçok’un, “İstanbul Yeşilyurt’taki Hava Harp Okulu’nun, İzmir’in Çiğli ilçesine bağlı Kaklıç köyüne taşınması için kurumlar arasında resmi yazışmaların başladığı” iddiasına yer verdi.
Terkoğlu, yazısında şunları aktardı:
“Anlattıklarını TSK’nin dönüşümüne bağladıktan sonra, (Ahmet Zeki Üçok) ‘turbun büyüğü’ dediği detaya geldi: ’ 17- Aralık-2024 tarihinde, Hava Kuvvetleri Komutanlığı kurmay başkan vekili imzasıyla, İstanbul Yeşilyurt’ta kurulu bulunan Hava Harp Okulu’nun, İzmir’in Çiğli ilçesine bağlı Kaklıç köyüne taşınması için; Milli Savunma Bakanlığı’na, bilgi için Milli Savunma Üniversitesi Rektörlüğü’ne ve Eskişehir’deki Uçucu Sağlığı Araştırma Eğitim Merkez Başkanlığı’na resmi yazı yazılmış.’
Söylediğine göre bu konuda herkes hemfikir değildi: ‘Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Erhan Afyoncu, bu duruma çok sinirlenmiş. 26-Aralık-2024 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı’na ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na, ’Benimle koordine edilmeden bana bağlı bir yer ile ilgili nasıl karar alırsınız, buraya halen yeni bina ve tesisler yapılırken nereden çıktı bu taşınma işleri’ minvalinde bir yazı yazmış.’
Peki ‘yeni tesisler’ denilen neydi? Üçok anlattı:
“ Hava Harp Okulu için son üç-dört yılda yapılan ve halen devam eden tesisler şunlar: Destek karargâh binası, dört yatakhane, bir sosyal tesis, bir spor salonu, er ve öğrenci yemekhanesi, hazırlık sınıfı binası (subay yetiştirmeye dönüştürüldü), dev bir uçak bakım hangarı, 10 adetlik uçak sığınağı, 20 bin metrekare apron, 16 blok lojman… Bir yüzme havuzu ve bir spor salonunun yapımı da halen devam ediyor.”
Hava Harp Okulu, 1 Ekim 1951’de Eskişehir’de eğitime başladı. 31-Ağustos-1967 ’de İstanbul’a geldi. Şehrin en kıymetli semtlerinden Yeşilyurt’ta, deniz kenarında dev bir arazi düşünün… Milyarlarca lira harcanmış binalarını bırakıp neden taşınıyordu ki? Üçok cevap verdi: ’Hava Harp Okulu, Yeşilyurt’ta, yaklaşık olarak bir milyon iki yüz bin metrekareyi aşan alanda, bir kilometreden uzun sahil şeridi olan, denize sıfır şahane bir arazinin üzerine kurulu. Bütün müteahhitlerin iştahını kabartan, İstanbul’un en gözde, en değerli yerlerinden birinde bu arazi. Milyarlarca dolarlık rant sağlayabilecek durumu var. Harp okulunun İzmir Kaklıç köyüne taşınması oldukça ciddi bir şekilde yürüyor. Hatta 8 Ocak 2025 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı Hava Harp Okulu’na geliyor. Brifing alıyor. Rektör Erhan Afyoncu da kendisine eşlik ediyor. Öğleden sonra da İstanbul Alemdağ’da bulunan 15. Hava Füze Üs Komutanlığı’na gidiyor.’”
⦿ https:// www.veryansintv.com/hava-harp-okulu-tasinacak-mi- saraydan-aciklama-geldi
=======================
Amerikan menşeli Cargill firmasının Bursa’nın Orhangazi ilçesinde birinci sınıf tarım arazisi üzerine kurduğu nişasta bazlı şeker (NBŞ) fabrikası, 11 iptal kararına rağmen faaliyetini sürdürüyor.
22-Nisan-2025
Amerikan Cargill firmasının Bursa’nın Orhangazi İlçesi’nde birinci sınıf tarım arazisine hukuksuz bir şekilde kurduğu Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) üretimi yaptığı fabrika, tarım ve sulak alanlara ciddi zarar veriyor.
Birgün’ün haberine göre 195 bin metrekare alan üzerinde, etrafı zeytin ağaçları ile çevrili olan fabrikanın her yıl yeraltından 1 milyon metreküp su çektiği belirtiliyor. Yaşam savunucuları ve muhalefet vekilleri “Kazanılan hukuk kararları ve fabrikanın kapatma kararına karşın iktidar adeta fabrikayı koruma zırhına almış durumda. Ekolojik felaket kapıda. Fabrika kapatılmalı” dedi.
ABD’li gıda tekellerinden Cargill’in Türkiye hikâyesi, AKP iktidarının şirkete büyük kıyakları, mahkeme kararlarına rağmen verdiği teşvikler ve işçi düşmanlığı ile gündeme gelmişti. Daha önceki yıllarda da iktidar tarafından yüzde 70 vergi indirimi uygulanan şirket, AKP iktidarında Türkiye’de hızla büyüdü.
Ülke gündemine Bursa’daki hukuksuzluklarla oturan şirket Orhangazi’de 1997’de “tarımsal sanayi kuruluşları için ÇED Raporu hazırlanması zorunluluğu” kaldırılması ve mahkeme süreçleri ile gündeme gelmişti. Cargill’in hukuksuz tüm işlemleri mahkeme kararıyla iptal edilmesine hatta bu konunun AİHM’e taşınması ve Türkiye mahkum edilmesine karşın şirketin faaliyetlerine devam etmesi dikkat çekmişti.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi süreci de iddialara göre yine Cargill’in isteğiyle gerçekleştirildi. Yine iddialara göre, Cargill’i dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a bağlayan ise büyük ölçüde ABD’de üretilen mısır ithalatı olduğu ve bu nedenle hukuksuzluklara göz yumulduğu öne sürülmüştü. Doğayı, su kaynaklarını yok eden, İznik Gölü ve çevresindeki su kaynaklarını yok etmeyi sürdüren tesis, CHP’li Bursa Milletvekili Kayıhan Pala’nın konuyu TBMM’ne taşımasıyla bir kez daha gündeme geldi.
Cargill Tarım ve Gıda Sanayi A.Ş. hakkında uzun yıllardır devam eden hukuksuzluk iddialarını Meclis gündemine taşıyan Pala, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un yanıtlaması istemiyle verdiği 10 maddelik yazılı soru önergesine iki aydır yanıt verilmediğini söyledi.
Pala, önergesinde yalnızca bölgedeki çevre katliamına değil, aynı zamanda Türkiye’de “yargı kararlarının fiilen boşa düşürülmesi” sorununa da dikkat çekerek “Ekolojik felaket kapıda” dedi. Fabrikaya ilişkin 1998’den bu yana Bursa İdare Mahkemeleri, Danıştay 6. ve 10. Daireleri ile AİHM tarafından verilen toplam 11 iptal kararının bulunduğunu anımsatan Pala ‘‘Bu kararlar, ’Tarım Arazilerinin Korunması’ ilkesini ihlal eden imar planlarını, yapı ruhsatlarını ve tarım dışı kullanım izinlerini açıkça hükümsüz kılıyor. Ancak iptal edilen her işlemden sonra, ilgili kurumlar yeni bir ’mevzi imar planı’ veya ’yönetmelik değişikliği’ ile fabrika faaliyetlerini sürdürebilmek için zemin hazırlıyor. Türkiye’de hukuk devleti varsa, Danıştay kararıyla kesinleşmiş hükümler 27 yıldır niye uygulanmıyor? Tarım toprağı ve İznik Gölü hangi gerekçeyle küresel bir şirkete armağan ediliyor?” diye sordu.
Hukuka aykırı kazanılmış imtiyaz döngüsünün son bulması gerektiğini vurgulayan Pala ‘‘Fabrika İznik Gölü’ne birkaç km mesafede bulunuyor. Bölgedeki çiftçiler ve çevre örgütleri, mısır nişastası üretiminden kaynaklanan atıkların yer altı sularına karıştığını, toprağın yapısının bozulduğunu, gölde alg artışı riskini büyüttüğünü belirtiyor” dedi. 2018’de AİHM’in verdiği “hak ihlali” kararını anımsatan Pala “Uluslararası alanda Türkiye mahkûm edildi. Buna rağmen bakanlıklar adım atmıyor” dedi.
Cargill kararlarının yalnızca bir şirket meselesi olmadığını, Türkiye’de tarım-çevre-sanayi dengesini kalıcı biçimde bozacak emsal oluşturmaya başladığını anımsatan Pala “Bakanlıklar bu tutumu sürdürürse, yarın ülkenin dört bir yanında bereketli tarım toprakları beton saha haline gelir; kıtlık tehlikesi kapımıza dayanır” uyarısında bulundu. Pala, şöyle devam etti: “Toprağımızdan, suyumuzdan taviz veremeyiz. 11 kez iptal edilen bir projeyi kurtarmak için hukuk eğilip bükülemez. Mahkeme kararını uygulamayan, tarım arazisini korumayan her yetkili sorumludur. Cargill örneği, kamu otoritesinin tarafsızlığını ve halk yararını hatırlayacağı bir dönüm noktası olmak zorunda. Konunun sonuna kadar takipçisi olacağız; çevre ve halk sağlığı için geri adım atmayacağız.” ifadelerini kullandı.
28 yıldır süren hukuki süreç hakkında bilgi veren Avukat Erol Çiçek, Cargill davaları sürecinde yeni bir aşamaya gelindiğini söyledi. Çiçek, şirkete ait 3 adet ruhsatın Bursa İdare Mahkemesi’nce 25-01-2023 tarihinde iptal edildiğini anımsatarak ‘‘Ruhsatı iptal edilen tesisler İlave Nişasta Silosu, Deniz Kurutucu Binası ve Yeni Elektrik Trafo Binası yapılarıdır. Davalı Orhangazi Belediye Başkanlığı ve onun yanında müdahil Cargill’in yaptığı istinaf başvurusu da Bursa Bölge İdare Mahkemesi tarafından 29-11-2024 tarihinde kesin olarak reddedildi. Bursa İdare Mahkemesi’nin kararıyla birlikte, hukuki dayanağı kalmayan tesislere verilen yapı kullanım, çalışma izin ve ruhsatlarının iptali, İmar Kanunu gereği, yapıların mühürlenerek çalışmasının durdurulmasını ve yıkılmasını talep edilmiş olmasına rağmen, mahkeme kararı Mart 2023’den beri hâlâ uygulanmamıştır” dedi.
⦿ https:// www.veryansintv.com/11-iptal-karari-var-ama-abdli- cargill-faaliyetlerini-surduruyor
=======================
Emlak Konut’un Çekmeköy Kışlası arazine inşa ettiği villaları; bakan yardımcısı, eski Meclis Başkanı’nın oğlu ve “En büyük hayırsever benim” diyen Ziraat Bankası Genel Müdürü Alpaslan Çakar gibi kamuoyunun tanıdığı isimlerin aldığı ortaya çıktı.
21-Nisan-2025
İstanbul’daki Çekmeköy Kışlası olarak bilinen Şehit Onbaşı Azim Özdemir Kışlası, süren davalara ve tüm itirazlara rağmen yapılaşmaya açıldı. Kuzey Ormanlarının da başlangıcı olan ve betona gömülen Çekmeköy Kışlası arazisinde zincirleme rant çarkına imza atıldı.
BirGün’den İsmail Arı’nın haberine göre; Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş.’ye devredilen kışla arazisine tüm itirazlara rağmen Çınarköy Evleri adı altında bin 774 konut, 141 villa ve 56 ticari alan yapıldı. Otoban kenarında yer alan arazideki ağaç katliamını gizlemek için de devasa panolar yerleştirildi.
Emlak Konut, lüks konutları milyarlarca lira ödeyerek iktidara yakınlığıyla bilinen şirketlere inşa ettirdi. Projenin bir bölümü Yassıada’yı betona boğan Mesa Mesken Sanayii A.Ş.’ye KDV hariç 1 milyar 150 milyon TL’ye yaptırıldı. Projenin bir başka etabı ise 1 milyar 230 milyon TL’ye Aydur İnşaat ile Cevahir Yapı şirketine yaptırıldı. Cevahir Yapı’nın yönetim kurulu başkanı Reşat Cevahir’in oğlu İslam Cevahir’in nikâh şahidi 2010 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan olmuştu.
Öte yandan Cevahir Yapı’nın ortakları arasında yer alan, 2002’de AKP’ye katılan ve 2015 yılında yaşamını yitiren İbrahim Cevahir de yer alıyordu. İbrahim Cevahir’in de 2015 yılındaki cenazesine de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan katılmıştı.
Kısa süre önce inşa süreci tamamlanan lüks konutlar sahiplerine teslim edilmeye başlandı. Bürokratlar ve siyasetçiler, Emlak Konut’un inşa ettiği 141 villayı almak için sıraya girdi.
Villa alan bazı bürokratlar ve siyasetçiler şöyle…
Sağlık Bakan Yardımcısı Şuayip Birinci
Sağlık Bakanlığı yetkilileri, adı çok sayıda skandala karışan Birinci’nin villa aldığını doğruladı. Kovid-19’un bir ay boyunca kamuoyundan saklandığını ortaya çıkaran makalesinin Google Akademik’ten kaldırılması için Google’a başvuran Birinci, başta çift maaşlı bürokratlar arasında yer aldığına dair haberler olmak üzere hakkında birçok haberi erişime engelletmişti.
6 Şubat depremlerinin ikinci yılını anma ve anahtar teslim törenine Cumhurbaşkanı Erdoğan ile arasındaki diyalog damga vurmuştu. Çakar’ın, depremzedelere yapılan yardımlardan bahsederken “Burada en büyük hayırsever benim, en çok parayı ben verdim” sözlerine karşılık Erdoğan da “Koskoca devlet bankası, bırak sen, ben verdim deme, devlet verdi” ifadelerini kullanmıştı. Ziraat Bankası yetkilileri Çakar’ın villa aldığını doğruladı.
Ziraat Bankası Perakende Bankacılık Genel Müdür Yardımcısı Yüksel Cesur
Banka yetkilileri Cesur’un daire aldığını doğruladı.
Şentop, sorularını yanıtsız bıraktı. İstanbul Teknik Üniversitesi’ne (İTÜ) kişiye özel kadro ile girip araştırma görevlisi olduğu belirtilmişti.
Önceki Çekmeköy Belediye Başkanı AKP’li Ahmet Poyraz’ın kardeşleri
Ahmet Poyraz, konuyla alakalı bir bilgisinin bulunmadığını söyledi.
Eşinin de villa alanlar arasında yer aldığı iddia edilen Akbaşoğlu, sorulara yanıt vermedi.
Öte yandan bazı AKP milletvekilleri, Türk Hava Yolları yöneticileri ile Vakıf Katılım gibi diğer kamu bankalarının yöneticilerinin de villa alanlar arasında yer aldığı iddia edildi.
⦿ https:// www.veryansintv.com/cekmekoy-kislasi-talan-edildi-akpli- burokratlar-luks-villa-kuyrugunda
=======================
Çevresinde başlayan konut inşaatlarıyla yeniden gündeme gelen Kanal İstanbul için iktidar düğmeye bastı. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunum yaptı. Özel sektörün yapıp işleteceği projenin detayları ortaya çıktı.
20-Nisan-2025
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2011 yılında “En büyük hayalim” diyerek duyurulan “çılgın proje” Kanal İstanbul projesi, çevresinde başlayan 24 bin konutluk TOKİ inşaatıyla yeniden gündemde. Geçen şubat ayında Erdoğan’a sunum yapıldığı öğrenildi. Yapımın kaç yıl süreceği, maliyetin ne olacağı, kimin nasıl inşa edeceğinin konuşulduğu sunumun detayları ortaya çıktı
27-Şubat-2025 günü Başakşehir-Nakkaştepe Otoyolu şantiyesini ziyaret eden Erdoğan’a Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un da olduğu bir toplantıyla Kanal İstanbul projesinin yapım süreci hakkında bilgi verildi.
Nefes gazetesine göre, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürü Yalçın Eyigün tarafından gerçekleştirilen sunumda Kanal İstanbul projesinin yapım maliyeti, çevre planlaması, kimin nasıl inşayı gerçekleştireceği konuşuldu.
Buna göre, yapım süresi 5 yıl olarak hesaplanan Kanal İstanbul projesinin yapım maliyetinin 15 milyar dolar (570 milyar lira) olması bekleniyor. Kanal İstanbul projesi Kamu-Özel İş Birliği ile yapılacak ve tamamen özel sektör finansmanı ile gerçekleştirilecek. İnşa edilecek kanal, 360 metre genişliğinde 21 metre derinliğinde olacak. Kanal üzerine yapılacak 6 adet köprünün toplam maliyetinin 1,4 milyar dolar (53,2 milyar lira) olması bekleniyor. Kanal İstanbul’un güzergahının bir tarafında 100 bin karşısında ise 65 bin kişilik iki yeni yerleşim yeri kurulacak. Ayrıca, iki lojistik üs, bir teknoloji üssü ile fuar alanı yer alacak. Kanal İstanbul için çıkan hafriyat ile Karadeniz sahilinde yeni bir dolgu alanı yaratılırken, ayrıca yeni bir liman inşa edilecek.
Bakanlık, kara, demir, hava ve deniz yollarının entegre olduğu bölgeye İstanbul Vadisi adını verdi.
⦿ https:// www.veryansintv.com/dugmeye-basildi-hukumetin-kanal- istanbul-plani
=======================
Kocaeli’de eylemlere katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınan ve ifadelerinin ardından serbest kalan 32 öğrenci hakkında emniyet, Kocaeli Üniversitesi’ne ’bilgi’ yazısı gönderdi. Yazıyı alan Kocaeli Üniversitesi de öğrenciler hakkında soruşturma başlattı
22-04-2025
Emniyet yazı gönderdi, üniversite yönetimi jet hızıyla soruşturma açtı
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasın ardından ülke genelinde başlayan protestolarda Kocaeli’de de birçok öğrenci gözaltına alındı. Yapılan müdahaleler sonucu gözaltını alanın ve aralarında öğrencilerinde bulunduğu kişiler hakkında “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanununa Muhalefet, Kamu Malına Zarar Verme, Görevli Memura Direnme” suçlarından adli işlem yapıldı.
BirGün’den yer alan habere göre Kocaeli Emniyet Müdürlüğü gözaltına alınan 32 öğrencinin bilgisini de eğitim gördükleri Koaceli Üniversitesi’ne gönderdi.
Bunun üzerine üniversite yönetimi ifadelerinin ardından serbest bırakılan 32 öğrenci hakkında soruşturma başlattı.
Öğrenciler sözlü veya yazılı savunma yapmaları için çağırıldı.
Soruşturmaya veliler, “Bir suçları olmadığı halde soruşturma açılıyor ve eylemlerin çoğu kampüs içinde bile değildi” ifadeleriyle tepki gösterdi.
=======================