1. Emre Kongar: Deprem öldürmez, yağma öldürür!
    1. ÇOK ÖNEMLİ NOT: SAKIN HIRSIZ VE RÜŞVETÇİ OLMAYAN POLİTİKACILAR, BÜROKRATLAR VE MÜTEAHHİTLER BU YAZIYA KARŞI ÇIKMAYA KALKMASINLAR. ÇÜNKÜ BEN BÜTÜN POLİTİKACI, BÜROKRAT VE MÜTEAHHİTLERİN RÜŞVETÇİ VE HIRSIZ OLMADIKLARINI BİLİYORUM. BENİ YANILTMASINLAR!
  2. 🪀 Şevki Yılmaz Merkez Bankasındaki 750 Ton altını satın bunlara bir şey bırakmayın demişti!
  3. Alican TÜRK: KİMSE KUSURA BAKMASIN!
    1. KİMSE KUSURA BAKMASIN!
  4. Barış Pehlivan: Bugün 1 yıl 3 ay hapis cezası aldım.
  5. ABD Adalet Bakanı Pam Bondi: "Jeffrey Epstein’a ait on binlerce ç*c*k p*rn*su videosu ve yüzlerce mağdur var.
  6. M.Tanzer Ünal: Türk milletini “salak” yerine koymak
    1. “ YAŞAR PAŞA, AÇILIMA TOPUK SELAMI ÇAKTI”
    2. Türk insanı sanki robot
  7. Doğumhane kapısında 30 bin TL pazarlığı: “Parayı vermezsen sezaryen yok”
    1. Özel Hastane Çetesi’nin ardından: 30 Bin TL veremeyen doğuramaz mı?
    2. Savcılığa suç duyurusu yapıldı
    3. Sağlık hakkı değil, ticari hizmet
    4. Hastane iddiaları kabul etmedi
  8. İkrami Özturan: İNSAN KAYMAKLARI!
    1. Bir metrobüs böyleyse acaba ülkede durum nasıldır?
    2. Peki, vasıflılar ne durumda?
    3. Peki, bu tablonun sorumlusu kimdir?
  9. Fatih Altaylı: Okumamış olmayı dilediğim bir mektup
    1. DÖRT BAŞI MAMUR UTANÇ
    2. KÖTÜ BİR ÖYKÜNÜN BAŞLANGICI
    3. Gönül bağıyla İ. cemaatine bağlı kişiler.
    4. DAYAK VE İŞKENCE BAŞLIYOR
    5. KORKUDAN ANA BABAYA ANLATILAMIYOR
    6. HERKESİN BİLDİĞİ KİMSENİN KONUŞMADIĞI İLİŞKİLER
    7. İHBARLAR POLİSİN UMURUNDA DEĞİL
    8. VE KAÇIŞ
    9. Gelelim bu cinsel ilişkiye girdiğim kişilere,
    10. TÜM BUNLAR YAŞANMAMIŞ GİBİ DEVAM
  10. Benito Mussolini’nin Vahşi İnfazı (İZLEMESİ ÇOK ZOR)
    1. Faşizmin Yükselişi: İdeolojiden İktidara
    2. Faşist Şiddet ve İktidara Yürüyüş
    3. Roma Yürüyüşü (1922):
    4. Diktatörlüğün Kurumsallaşması
    5. Savaş ve Çöküş
    6. Mussolini’nin Sonu
    7. Mirası

🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================

Emre Kongar: Deprem öldürmez, yağma öldürür!

ekongar@cumhuriyet.com.tr

27-Nisan-2025 Pazar

Tarikat destekli, yağmacı, rüşvetçi, yalancı, talancı, sömürücü, cahil, feodal, (dindar değil)  dinci kültür, Türkiye’yi teslim alırsa ne olur?

Siyaset, artık ülkeye hizmet için değil, ülkeyi soymak için yapılır. Politikacılar artık sorun çözmez, sorun üretir.

Ne hukuk kalır ne laiklik ne Anayasa kalır ne Anayasa Mahkemesi. Ne bağımsız yargı kalır ne adalet.

Toplumda hiçbir değer, hiçbir kural kalmaz. Sorunlar şiddet yoluyla, hatta cinayetle çözülmek istenir.

Kentlerde, özellikle de büyük kentlerde yaşamak olanaksızlaşır. Ne can güvenliği kalır ne mal güvenliği.

Ne arkeolojik sit kalır ne doğal sit ne kentsel sit. Ülkenin toprak altı ve toprak üstü, bütün zenginlikleri yağmalanır ve yok edilir.

Ulusal bütünlük ve vatandaşlık yok olur. Topluma, hemşericilik, cemaatçilik, kabilecilik, aşiretçilik, mezhepçilik, tarikatçılık, sözün kısası kimlikçilik istismarı üzerinden bölücülük egemen olur.

Okul sistemi, örgün ve yaygın bilimsel eğitim çöker. Sistem, çağdaş ve bilinçli yurttaş yerine, fanatik dogmatikler ve cahil fırsatçılar üretir.

Ne tahsilin önemi kalır ne terbiyenin. Yağmacılık, rüşvetçilik, dolandırıcılık, köşe dönücülük, çetecilik, tetikçilik egemen olur.

Aydınlar, profesyonel meslek sahipleri, bilgili ve ahlaklı olanlar küçümsenir. Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Laik ve Demokrat aydınlar, emekçiler, solcu gençler tetikçilere kurban edilir, öldürülür.

Ülkenin kısa ve uzun dönemli çıkarları artık görülmez olur. Bireysel ve oligarşik çıkarlar ön plana çıkar.

Toplumsal ve ulusal özgüven biter. Yabancı hayranlığı, dışarıdan yönetilme ve kurtarılma arzusu gelişir.

Ülke, bağımsızlığını ve bütünlüğünü yitirir. Toplum, Emperyalizm destekli Faşizmin pençesine düşer, bölünür.

Sonuçta, azgelişmişlik ile ahlaksızlık, arazi yağmasında ve inşaat sektöründe buluşur: Hırsız ve rüşvetçi politikacılar, hırsız ve rüşvetçi bürokratlar, hırsız ve rüşvetçi müteahhitler, işbirliği yaparak hep birlikte, hem arazi talanı hem de kaçak ve çürük yapı inşaatı yapar, sonra da bunları, seçim zamanlarında “İmar Barışı” adı altında meşrulaştırırlar! Özetle, binalarımızı yıkan, insanlarımızı öldüren faktör, doğal bir olay olan deprem değil, bu rüşvetçi hırsızların ve onları destekleyenlerin yağmasıdır!

ÇOK ÖNEMLİ NOT: SAKIN HIRSIZ VE RÜŞVETÇİ OLMAYAN POLİTİKACILAR, BÜROKRATLAR VE MÜTEAHHİTLER BU YAZIYA KARŞI ÇIKMAYA KALKMASINLAR. ÇÜNKÜ BEN BÜTÜN POLİTİKACI, BÜROKRAT VE MÜTEAHHİTLERİN RÜŞVETÇİ VE HIRSIZ OLMADIKLARINI BİLİYORUM. BENİ YANILTMASINLAR!

🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================

🪀 Şevki Yılmaz Merkez Bankasındaki 750 Ton altını satın bunlara bir şey bırakmayın demişti!

🪀 Şu an gelinen nokta tam da budur bakın ne olmuş!

https://x.com/i/ status/1916776021967200463

🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================

Alican TÜRK: KİMSE KUSURA BAKMASIN!

@turkalican

(E) Albay, Sosyolog,

Kitapları:

1)  Doğu ve G.Doğu’da Faili Meçhul Cinayetler ve Gerçekler

2) 28 Şubat-Sincan’dan Tarihe Notlar(2 cilt)

3) Bitmeyen Sömürü: 28 Şubat

PKK terör örgütünün bütün örgütsel dokümanlarını, telsiz konuşmalarını, Öcalan’ın talimatlarını, örgüt içi gizli yazışmalarını, faaliyet raporlarını vs. takip etmiş, okumuş biri olarak diyorum ki;

1. Yazdığı kitaplarda, örgüt içinde yaptığı konuşmalarda ve verdiği talimatlarda sözde Kürdistan’ın özgürlüğü için;

Temel mücadele biçiminin silahlı mücadele olduğunu,

Şiddetin devrimci bir zorunluluk olduğunu, mücadelenin şiddete dayanmadan yürütülemeyeceğini,

Halk örgütlenmesinin ancak şiddet yoluyla mümkün olacağını,

İnsanın en soylu eyleminin savaş olduğunu,

Kan akıtmadan halkın devrimci bir savaşa çekilemeyeceğini,

Kürtlerin ancak ödün vermeksizin uygulanacak ağır, şiddetli ve şok edici zor ile yola geleceğini, o nedenle kümesteki tavuğuna, kafesteki kekliğine varıncaya kadar acımadan öldürülmesi gerektiğini,

Düşmana (kendilerinin karşısında olan herkese)  gözü kara biçimde vurmak ve her vuruşta kinlerinin fışkırması gerektiğini,

"Niye kadın, çocuk ve yaşlı insanları da öldürüyorsunuz?" diye soranlara "Savaşta kadının da çocuğun da, yaşlının da ölebileceği, zira kurşunun adres sormayacağı" şeklinde yanıt verilmesini,

Kürt insanının iradesiz, kaba, bilinçsiz, yeteneksiz ve zayıf, zavallı, düşürülmüş ve karı gibi olduğunu, böyle insanların ha yaşamış ha ölmüş olmasının fark etmeyeceğini,

Halkı mücadeleye çekebilmek ve halkın desteğini sağlayabilmek için her evden ya bir kişinin dağa çıkması ya cezaevine düşmesi ya da ölmesi gerektiğini,

ve bunlar gibi şiddeti yücelten, kutsayan binlerce açıklaması ortada dururken,

Ve dahi, bu teoriyi pratiğe geçirerek yürütülen uygulamalarla 40 bini aşkın insanımız yaşamını yitirmişken,

kimse bu işin baş sorumlusu bir teröristi bana "Barış İnsanı", "Barış Sevdalısı", "Barış Güvercini" falan diye yutturamaz.

2. Öcalan gibi 20’nci yüzyılın en büyük insan kasaplarından biri olan ve kandan beslenen bir vampiri "dost, önder, yoldaş" gören biri benim dostum, yoldaşım olamaz; o gibi insanlara sempati besleyemem.

KİMSE KUSURA BAKMASIN!

https://x.com/turkalican

🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================

Barış Pehlivan: Bugün 1 yıl 3 ay hapis cezası aldım.

@barispehlivan

Nedenini paylaşmak istiyorum:

Kilis Adliyesi’nde görev yapan bir savcı var.

Savcı olmadan önce AKP'nin Şehitkamil ilçesinin başkanıydı. AKP‘nin ilçe başkanıyken trafikte tartıştığı bir adamı silahla vurup, yaraladı. Ayrıca, FETÖ’nün hakim ve savcı adaylarını yargıya soktuğu ortaya çıkan ve 15 Temmuz’da KHK ile kapatılan Müdafaa Demokrasi ve Hukuk Derneği’nin 31-Mart-2016 ’ya kadar üyesiydi.

Ben bu savcıyı aradım, kendimi tanıttım, kendisiyle ilgili haber yapacağımı belirttim. Bununla birlikte, yanıt hakkına saygım gereği sorularımı ilettim. O da açık açık yanıt verdi. Tüm bu bilgileri ve sorularımın yanıtını Cumhuriyet gazetesinde yayımladım 👇🏼

https://cumhuriyet.com.tr/ yazarlar/baris-pehlivan/bir-cumhuriyet-savcisinin- itiraflari-1989474

Lakin, bu savcı benden şikayetçi oldu. Olabilir. Garip tarafı; İstanbul’da yaşamama, gazetemin merkezi İstanbul olmasına rağmen dava Kilis’te açıldı. İtiraz ettik, kabul edilmedi.

Sözün özünde; hiçbir kelimesi yalanlanamayan yukarıdaki yazımı, yazının aktörü savcının mesai arkadaşları yargıladı.

Arkadaşlar” arasında gerçekleşen bu davada da bugün karar çıktı. Sonuçta “haberleşmenin gizliliğini ihlal” suçundan 1 ay 3 hapis ile cezalandırıldım.

Bu suçu nasıl işlediğimi bilmiyorum. Bugünün yargı sisteminde bu bu haklı sorumun bir anlamı olmadığını da biliyorum.

Az daha unutuyordum…

Savcının arkadaşı hakim bey, bir de beni bazı haklarıma yasak koymuş: Seçme, seçilme hakkı vs. En ironiği ise böylesi bir profilin savcı olduğu memlekette benim kamu görevinde çalışmamı da yasaklamış.

Öyleyken böyle… Bu da geçer.

https://x.com/ barispehlivan/status/1920112110819848699

🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================

ABD Adalet Bakanı Pam Bondi: "Jeffrey Epstein’a ait on binlerce ç*c*k p*rn*su videosu ve yüzlerce mağdur var.

FBI konuyu titizlikle inceliyor."

https://x.com/i/ status/1920123451227967545

🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================

M.Tanzer Ünal: Türk milletini “salak” yerine koymak

07-May-2025

İçim daralıyor…

Ruhum sıkılıyor…

Boğazım boğum boğum…

Öfkem zirvede…

Sanırım sizler de aynı duygu içindesiniz.

Bir insan olarak en ağırıma giden şey, “salak” yerine konmaktır.

Sadece bana değil, bir millete, mensubu olduğum Türk milletine “salak” muamelesi çekilmesi, öyle kabul edilebilir bir yaklaşım değil.

Şu olup bitenlere bir bakar mısınız…

Dünün terör örgütü PKK ve dünün bebek katili Abdullah Öcalan; bugün “devlet katında” el üstünde tutuluyor.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, terörist başını “PKK’nın kurucu önderi” ilan etti.

Apo, dün “terörist” idi, bugün “önder”!

Geçenlerde İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde, hayatını kaybeden DEM Milletvekili Sırrı Süreyya Önder için veda töreni düzenlendi.

Devlet, oradaydı.

TBMM Başkanı, bakanlar, bazı siyasi partilerin temsilcileri…

Adı konmasa da devletin organize ettiği bir törendi bu.

Ve bu devlet töreninde, 40 bin vatandaşımızın ölümünden sorumlu Öcalan’ın, Sırrı Süreyya Önder için İmralı’dan gönderdiği mesaj okundu:

Sevgili Sırrı Süreyya Önder’in vefatıyla kalbimize derin bir hüzün çöktü. Çok değerli bir insan, halkların gerçek bir evladıydı. Anadolu ve Türkmen geleneği büyük bir evladını yitirdi, coğrafyamızın bütün toplulukları ve halklarımız büyük bir yoldaşını kaybetti. Onun anısına büyük bir saygı duyuyorum. 27 Şubat’ta, son görüşmemizde yapacağımız çağrıya eklediğimiz son cümleyi elleriyle not almıştı ve bizzat okumak istemişti. Barış içinde bir arada yaşamak adına unutulmaz bir çalışkanlığı ve emekçiliği vardı. Yaşanan tüm olumsuzlukları olumluya çevirmek gibi ustaca bir hünere sahipti. Gerçek bir barış kimliği ve barış kültürüydü.

Barışın ve barış sürecinin hepimize kazandıracağını çok iyi biliyordu ve bu onun büyük özlemiydi. Bu umut asla yarım bırakılamaz. Hepimiz için mühim olan, bu ruhu barışa taşımak ve Sırrı Süreyya Önder’in adıyla taçlandırmaktır.

Bir kez daha anısına sonsuz bağlılığımı ifade ediyor; değerli ailesine, dostlarına, sevenlerine ve tüm halklarımıza başsağlığı diliyorum.

Hepimizin başı sağ olsun.”

Mesaj okundu, salondakiler alkışladı.

İnsanı kahreden manzara

***********

Televizyonu izlerken kahroldum.

Şu işe bakın!

Daha şunun şurasında 7-8 ay önce “PKK” diyeni, Öcalan’a “sayın” diyeni, ya “terör örgütüne üye olmaktan” ya da “terör örgütüne yardım ve yataklık yapmaktan” içeri alıyorlardı, bugün devlet töreninde terörist başının mesajı okunuyor ve sanki bir devlet başkanından gelen mesajmış gibi alkışlanıyor.

Yakında PKK’ya “terör örgütü”, Öcalan’a “terörist” demek yasaklanırsa, sakın şaşırmayın!

Tam bu satırları yazarken, SÖZCÜ’nün manşetine gözüm takıldı.

YAŞAR PAŞA, AÇILIMA TOPUK SELAMI ÇAKTI”

Yaşar Paşa, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler…

Habere göre, Milli Savunma Bakanlığı artık şehit haberlerinde, “bölücü terör örgütünün saldırısında” veya “terör örgütüyle çatışmada” vurgusunu kaldırmış.

Son açıklamalarda, kesinlikle “terör örgütü” açıklaması geçmiyor, sadece “mayına bastı” ifadesiyle yetiniliyormuş.

PKK askerimizi öldürüyor, ama cıss PKK’ye “terör örgütü” demek yasak.

Hain Öcalan ve PKK, öz vatanımızda böyle “dokunulmaz” hale getirildi.

Türk insanı sanki robot

**********

Türk milletine nasıl “salak” muamelesi çekildiği, işte iktidarın bu davranışlarında gizli.

İktidar demeye getiriyor ki…

Biz Öcalan’a terörist dersek, siz de terörist diyeceksiniz. Biz Öcalan’ı alkışlarsak, siz de alkışlayacaksınız…”

Türkiye’nin getirildiği nokta tam burası.

Türk insanı sanki robot, nasıl kurulursa öyle hareket edecek.

Bugün “terörist” diyeceksin, yarın “önder”!

Bu muamele, Türk milletini “bir şeyden anlamayan salak-aptal” yerine koymaktan başka bir şey değildir.

Türk milleti; neyin ne olduğunu, kimin kim olduğunu çok iyi biliyor.

Bu millete “aptal” muamelesi çekenler, bebek katilini “önder” diye yutturmaya kalkanlar, zamanı geldiğinde, bu milletten hak ettikleri karşılığı mutlaka alacaktır.

https:// www.kocaeligazetesi.com.tr/makale/24912064/mtanzer-unal/ turk-milletini-salak-yerine-koymak

🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================

Doğumhane kapısında 30 bin TL pazarlığı: “Parayı vermezsen sezaryen yok”

Bir anne ve bebeğin hayatı paraya bağlandı. 30 bin TL bulunamayınca kadın doğum masasından kaldırıldı. Aile “eşimiz ölümden döndü” diyerek savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Eylem Nazlıer

nzlr.eylem@gmail.com

Türkiye’de sağlık sistemi, AKP döneminde yürürlüğe sokulan “sağlıkta dönüşüm” politikalarıyla piyasanın insafına terk edildi. Sağlık, kamusal bir hak olmaktan çıkartılıp kârlı bir sektör haline getirilirken, hastaların yaşamı ücret pazarlıklarına konu ediliyor. Daha geçtiğimiz haftalarda bir hastaya anjiyo sırasında “hangi stenti istersin, şu fiyat bu kadar, bu daha pahalı” denilerek masada stent pazarlığı yapılmıştı. Şimdi ise doğum yapacak bir kadına “30 bin TL ödemezsen doğum yaptıramayız” denilerek doğumhane kapısında pazarlık yapıldığı iddia ediliyor.

Özel Hastane Çetesi’nin ardından: 30 Bin TL veremeyen doğuramaz mı?

"Özel Hastane Çetesi" soruşturması ile bebekler üzerinden haksız kazanç sağlayan sistemin ifşa olmasından sonra bu kez Kartal’da bir özel hastanede 30 bin TL ödeme yapmayı reddeden bir kadın doğumdan çıkarıldı. Reyhan Gündoğdu, doğum sancısıyla acil olarak götürüldüğü Avicenna Umut Hastanesinde yalnızca para ödeyemediği için doğum yaptıramadı. Hayati riski olan kadın ve bebeği, başka bir hastaneye sevk edildi.

Eşi yaşananları anlattı: “Suyu gelmişti, doğum başlamıştı, parayı verin dediler”

Reyhan Gündoğdu’nun eşi Erkan Gündoğdu yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:

Pazartesi günü saat 19.00 sularında eşimin doğum sancısı başladı. 112’yi aradık ve ambulansla Kartal Avicenna Umut Hastanesine gittik. Burada kadın doğum uzmanı F.B. eşimi muayene etti. Sezaryene alınması gerektiğini söyledi. Eşimle doktor arasında geçen konuşmada, doğum için 30 bin TL istendiğini öğrendim. Kabul etmeyince eşim doğumhaneden çıkarıldı. Kadını doğumdan alıp kenara çektiler. Özel ambulansla Marmara Eğitim ve Araştırma Hastanesine gittik, doğum burada gerçekleşti.”

Savcılığa suç duyurusu yapıldı

Gündoğdu ailesi, yaşadıkları bu süreçle ilgili İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. Hastane ve ilgili doktor hakkında şikâyetçi olduklarını belirten aile, hastaneden kamera kayıtlarının alınmasını talep etti. Şikayet dilekçesi ve sağlık raporlarıyla birlikte hukuki süreci başlattı.

Sağlık hakkı değil, ticari hizmet

Türkiye’de özel hastaneler artık doğumdan ameliyata kadar en temel sağlık hizmetlerini paraya bağlamış durumda. Kamusal sağlık hizmeti neredeyse sadece tabela üzerinde kalırken, acil vakalarda bile ücret talep eden sistem, yoksulları ölüme mahkûm ediyor. AKP’nin “hastane yaptı” propagandasıyla büyüttüğü özel sağlık sektörü, bugün vatandaşı müşteri, bebekleri de kâr aracı olarak görüyor.

Hastane iddiaları kabul etmedi

Erkan Gündoğdu’nun sözleriyle: “Ben bu işin peşini bırakmayacağım. Gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar götüreceğim. Eşim ve çocuğum ölümden döndü. Doğum bile artık zengin işi oldu.” Konuya ilişkin görüş almak üzere ulaştığımız Kartal Avicenna Umut Hastanesinden bir yetkili, “Ben size hasta hakkında bilgi veremem. KVK Kanunu’yla çalışıyoruz biz. O yüzden detay paylaşamam” dedi. İddialara dair ise, “Tamamen asılsız bir şekilde bir şey dolanıyor ortalıkta. Sadece bunu söyleyebilirim. İddialar asılsız” ifadelerini kullandı.

https://www.evrensel.net/ haber/553013/dogumhane-kapisinda-30-bin-tl-pazarligi- parayi-vermezsen-sezaryen-yok

🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================

İkrami Özturan: İNSAN KAYMAKLARI!

Beğenmek için giriş yapmanız gerekiyor.

Malatyalı kadınlar sohbet ederken birisi, diğerine sorar: “Senin oğlan ne yapıyor, niye hala evlendirmedin onu?”

Diğeri cevaplar: “Olur mu? Nikahını gıydık. Hem de çalıştığı şirketin insan kaymaklarından bir tene kızla everdik onu!”

Tebessüm yaratan bu tek harflik -masum bilgisizlik- aslında çok şey anlatıyor …

Malatyalı kadının dediği gibi Türkiye’nin insan kaynakları, göçmenler ve yaşlı Avrupa için tam da insan kaymaklarına dönüşmüş durumda.

Göçmenler, çeşitli amaçlarla ve koşar adımlarla Türkiye’ye geldiler. Artık her yerdeler.

Beylikdüzü’nden bindiğim metrobüs de öyleydi. Yolculuğum, sadece mahşeri kalabalık ve içerdeki kokuyla sınırlı değildi! Çok uluslu bir toplulukla yolculuktu farklılık yaratan. Önümdeki erkeğin telefon ekranında gördüğüm Arapça yazı Ortadoğulu, muhtemelen Suriyeli olduğunu gösteriyordu. Omuzumda soluyan genç ya Özbek ya da Türkmen’di. Sırtıma yapışık sıska ve uzun delikanlının derisinin rengi Afrikalı olduğunu söylüyordu. Sağımdaki beyaz tenli kadının bir Balkan Göçmeni olduğuna bahse girebilirdim. Diğer omuzumdaki hanımın iri güzel gözleri ve eşarbını bağlama şekli acaba İranlı mı dedirtiyordu?

Bir metrobüs böyleyse acaba ülkede durum nasıldır?

Türkiye’de 3 milyona yakını (2.782 bin)  Suriyeli olmak üzere 4 milyon yabancı var. Devletçe desteklenen Suriyeliler maaşlı ve refahları yüksek. Aralarında işveren, doktor, öğretim üyesi vb. var. İşin kaymağı işte burada.

Nitekim 9 Aralık 2024’ten bu yana sadece 175 bin Suriyeli ülkesine dönmüş. Kalanların 239 bini Türk vatandaşı olmuş. 15-24 yaş aralığındakilerin oranı %18,3. Yaş ortalaması 21.7. Yani zamanla üreyecek, seçmen olacak nüfus.

Adeta BM Genel kurulu gibi görünen metrobüste elbette Türkler de vardı. Mutsuz, yorgun, düşünceli insanlar. Ayaktaki yaşlılara yer vermeyen gençler de var… Yırtık kotlu, zoraki sarışın kızlar, pahalı cep telefonlarında oyun oynayan delikanlılar… Ne ki işsizliği yüzlerinden okunan bu çocukların da Avrupa’nın öykündüğü genç nüfusumuza dahil olduklarını söylemeliyim.

Şubat 2025 ayında işsizlik oranı yüzde 8,2 olarak açıklandı. Acaba inanmalı mı? Çünkü evinize elektrik veya sıhhi tesisat ustası bile bulamıyorsunuz. Bulsanız da servet talep ediyorlar! Çünkü artık usta yetişmiyor. Çırak-kalfa-usta zinciri bozuldu. Çalışmak, zanaat öğrenmek sanki ayıp oldu. 7 milyon genç çalışarak meslek edinme yerine üniversitede okumayı seçti.

Peki, vasıflılar ne durumda?

102 yıllık cumhuriyetimizin birçok kaynağı gibi vasıflı insan kaynağı da kurumakta… Gençlerimizin iki seçeneği var. Gitmek veya kalmak. Kalmayı seçenler olumsuz ekonomik koşullarla baş etmek zorunda. “Bizim için evlenmek, araba-ev almak hayal oldu” diyorlar…

Gitmeyi seçenlerin 2023’teki sayısı yaklaşık 715 bin. Bugün belki de sayı bir milyondur. Ancak sayı kadar gidenlerin yaşları önemli. Yüzde kırkı 20-34 yaşında. Haliyle yaşlı Avrupa için genç insan kaynağımız adeta kaymak tadı veriyor. Eskinin vasıfsız, dil bilmeyen Anadolu insanının yerini yabancı dil bilen şehirli genç meslek sahipleri ve kalifiye genç ustalar alıyor.

İki milyon Türk’ün yaşadığı Almanya’da 2020’de yayımlanan nitelikli göç yasasında aranan meslekler listelenmiş. Yazılım mühendisliği, dijital pazarlama, hemşirelik, grafik tasarım, aşçı, veri bilimi vb. diye liste uzuyor…

Peki, bu tablonun sorumlusu kimdir?

Giderlerse gitsinler” diyen, yanlış siyasetlerin mimarı siyasi iktidar mı? Tüketime alıştırılmış, daha çok konfor bekleyen ve ücret/iş beğenmediği için insan kaynaklarını ucuz göçmenlere kaptıran gençler mi? Gençleri kendi dönemindeki gibi meşakkatle çalışmaya ikna edemeyen ebeveynler mi? Yoksa hepsi mi?

Bana göre sorumlu, köyden kente göçü önleyemeyen, “en az üç” sloganıyla kontrolsüz çoğalmayı tetikleyen, vasıfsız ve üretmeyen toplumu yaratanlardır.

Kim bilir hangi bilinmez siyasi anlaşmalarla ülkeyi göçmen pazarına ve sınırları kevgire çevirenlerdir.

Kendi insanını göçmeninden değersiz kılan, sahip çıkmayan ve gelecek kaygısı yaşatanlardır.

Kendimize not: “Herkes layık olduğu şekilde yönetilir.” Bu ekonomik koşullarda göçmen beslemek artık eziyete dönüşmüştür. Milletçe istenmediği halde bu durumu halka dayatanlar ve bu anormalliği insanlık/din kardeşliği boyutunda görenler en büyük vebalin sahibi sayılacaklardır. Yoksa sadece o insan kokulu metrobüslere değil ebedi yoksulluğa, değersizliğe ve umutsuzluğa razı olacaklardır.

Artık gerçekleri görmeliyiz ve insan kaymaklarımızın tükenmesine razı olmamalıyız.

https:// bidogu.com.tr/2025/05/07/insan-kaymaklari/

🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================

Fatih Altaylı: Okumamış olmayı dilediğim bir mektup

Aralık 1, 2024

Okurlardan, izleyicilerden sıklıkla e postalar gelir.

Ben de elimden geldiğince hepsini okumaya, en azından bir göz akmaya gayret ederim.

Bir okur bize yazacak kadar önemsemişse, benim de ona bakmamamın ayıp olacağını düşünürüm.

Ama yıllardır okuduğum on binlerce belki de daha fazla posta arasında beni bu kadar kötü yapan bir başkasına rastlamadım.

Okudum, okumamış olmayı, okuduğum şeylerin yaşanmamış olmasını diledim.

Ancak mektubu yazan kişinin arzusu üzerine sizinle paylaşmaya karar verdim.

Buyurunuz felakete, rezalete…

DÖRT BAŞI MAMUR UTANÇ

Merhabalar Fatih bey nasılsınız her gün olduğu gibi bugün de sizi izledim. Değindiğiniz cemaat ve tarikatlar hakkındaki bilgi ve deneyimlerimi, konuyla ilgili bilgilerimi ve bizzat yaklaşık 7 sene tarikatların içerisinde çocukluğu yok olan birisi olarak bizzat yaşadıklarımı sizinle paylaşmak istedim.

Yazdıklarımın içerisinde tek bir satır dahi abartı, uydurma, yalan yoktur. Tamamı bizzat kendi yaşadığım şeylerdir. Fazlası yoktur, eksiği olabilir.

Birazdan okuyacaklarınız kanınızı dondurmakla kalmayacak ve siz de benim gibi tüm bunların olmamış yaşanmamış olmasını dileyeceksiniz.

Olmamış olmasını dileyeceğiniz türden tüm bu olayları bizzat kendi yaşayan birisi olarak yazıyorum.

Anlatacağım konuyla alakalı kişilerin KVK’ya aykırı bir durum oluşturmaması sebebiyle sadece isimlerini yazacak ve soyadlarını paylaşmayacağım.

Başlıyorum.

KÖTÜ BİR ÖYKÜNÜN BAŞLANGICI

30 yaşında kamu görevlisi bekar bir erkek olarak hayatımı sürdürmekteyim. İslami yaşayan bir ailenin çocuğuyum. Harama, helale kul hakkına dikkat eden, kendi halinde ve yaşantıları itibarıyla yaptıkları her işte Allah’ın rızasını gözeten bir anne baba tarafından yetiştirildim.

Babam şalvar cübbeli 5 vakit namazını kılan, annem çarşaflı 5 vakit namazını kılan, ahlaklı, ülkesini seven, hakkı gözeten, samimi inançları doğrultusunda yaşayan, yaşamaya çalışan insanlar.

Gönül bağıyla İ. cemaatine bağlı kişiler.

Zaman zaman cemaat mensubu hocaların sohbetlerine katılan insanlar. Her tarikat ve cemaatlerin peşine takılan insanlar gibi onların da hatalı oldukları birçok konular var.

Yobazlık, gericilik, hamaset, sorgulamama, Atatürk ilke ve inkılaplarına karşı bağnaz düşünceler sahip insanlar. Bunları sadece size değil, kendilerinin yüzlerine de söylüyorum fakat söylemlerim bir şey değiştirmiyor. Sadece aile içi gerginlik oluşturuyor. Ezberlerini bozma niyetleri yok.

Buraya kadar olan kısmı içinde büyüdüğüm aile yapısının anlaşılması açısından önem teşkil eden bir kısımdı.

Gelelim benimle ve yaşadığım şeylerle alakalı olan kısma.

Ailem 6 yaşındayken beni İslami eğitimleri almam ve İslami görüşe sahip bir hayat sürmem için ana okulu gibi eğitim veren bir kursa göndermeye başladı.

Sabah servisle evden alınıp İstanbul Kirazlı tepede bulunan İ.A. cemaatine bağlı bir kursa gönderiyor akşam aynı servisle eve bırakılıyordum. 20 00-ila-2002 yılları arasını kapsayan bu süreçte gittiğimiz yer dışardan bakıldığında normal bir daire gibi gözüken dini eğitimlerin verildiği kuran siyer ve diğer İslami eğitimleri aldığım bir yerdi.

Fakat zaman zaman polis baskını olacağını öğrenen hocalar aldıkları bu haber doğrultusunda bizleri saklıyor veya bulunduğumuz yerden kaçırıyor ormanlık tenha yerlere götürüyorlardı.

Bazen de bulunduğumuz dairenin altında bulunan bodrum katına indiriyor denetim bitene kadar sessiz kalmamızı sağlıyorlardı

DAYAK VE İŞKENCE BAŞLIYOR

Burada geçirdiğim sürenin yeterli olduğunu düşünen ailem beni oradan alarak bu sefer de yatılı olarak kalacağım yine aynı cemaate bağlı bir kuran kursuna gönderme kararı almışlardı. Bu kursta yatılı olarak kalıyor 2 haftada bir cumartesi pazar günü izin veriliyordu.

Bu kurs Kasımpaşa’da 5 katlı bir binadaydı. Binanın tamamı cemaatin kullanımındaydı. 1. katta kursta görevli hocaların odaları ve eşyalarımızı koyduğumuz dolaplarımız, lavabolar banyolar ve yatakhane mevcuttu. 2. ve 3. kat sadece kuran eğitimi verilen katlar, 4. kat mescit, 5. kat ise yemekhane olarak kullanılıyordu.

Buraya benden 2 yaş büyük olan abimle birlikte başladığımda yaşım 7 veya 8’di. Kurstaki en ufak yaştaki öğrenciler bizlerdik. 40’lı yaşlara kadar bizden ve hatta babamdan bile büyük olan insanlarla aynı çatı altında kalıyorduk.

200 kişi civarında öğrenciydik ve ben hayatımda ilk dayak yemeye, şiddete maruz kalmaya ve herkesin içinde aşağılanmaya, dövülürken kimsenin sana yardım etmek için harekete geçmeyeceğini burada, o küçücük yaşımda öğrendim.

Sudan sebepler yüzünden daha sabah ezanı okunmadan tecüt namazı kılınması için gecenin 3’ünde dövülerek uykudan uyandırılan 5 dakika içerisinde yatağını toplayıp giyinip yatakhaneden çıkmak zorunda olan ve çıkamazsa bazen hortumla dövüle dövüle odadan çıkartılan çocuklardık.

Korktuğu için, zorbalığa maruz bırakıldığı için psikolojik olarak baskılanmadan kaynaklanan sorunlar yüzünden altını ıslatan birçok çocuktan birisiydim ve altımıza işediğimiz için tekrar dövülüyor, sonra gecenin 3’ünde toplu olarak üzerimizdeki kıyafetleri çıkartılıp, banyoda araba yıkar gibi soğuk sularla hortumla üzerimize su tutuluyor ve yer temizleme fırçalarıyla fırçalanıyorduk. Bunlar olurken bir yandan da hakaretlere aşağılamalara maruz kalıyorduk.

Başımızdaki hocalar olmadık bahanelerle evde eşleriyle yaşadıkları sorunların veya canlarını sıkan herhangi bir şeyin acısını bizden çıkartıyorlardı. Bazen neden dayak yediğimizi bile bilmiyorduk.

Size şerefim üzerine yemin ederim ki, öğrencileri döverken hocaların kullandığı sopalar zaman zaman kırılıyor ve yerlerine her zaman daha kalın, daha dayanıklı ve daha acı verici sopayı bulmak için arayış içerisine giriyorlar istedikleri sopayı bulduklarında ortada hiçbir gerekçe yokken yeni sopayı denemek için sıra dayağına çekiliyorduk.

Yeri geliyor falakaya yatırılıyor yeri geliyor avucumuzun içleri morarana şişene kadar dayak yiyorduk.

Tokat tekme o an canı nasıl bir şiddet uygulamak istiyorsa onu yapıyorlardı. Bu söylediğim dayaklar her gün birden fazla kez uygulanıyordu. Kimse korkusundan sesini çıkartamıyor yemek yerken bile yanında dayak yiyorduk.

7-8 yaşlarındaydım ve falakaya yatırılarak dayak yemekten ayağının üzerine basamıyordum. Falakada daha az acısın diye kat kat çorap giyiyorduk eğer o gün hoca insaflıysa çoraplarımızı çıkarttırmadan yorulana kadar vururdu ama keyfi yerinde değilse giydiğimiz o çorapları da çıkarttırıyorlardı.

Sayısız kez avuçlarımıza tüm güçleriyle vururlar, ağlarsak vurmaya devam ederlerdi.

Yemek vakti geldiğinde yemekhanede elimizin şişinden acısından tabaklarımızı tutamayacak halde olurduk.

Dayak esnasında dayanamayıp bayılanlar, küçücük çocuklara şiddet ve hiddetle vururken bileği kırılan zedelenenler zaman zaman hastaneye kaldırılmak zorunda kalınanlar oluyordu.

KORKUDAN ANA BABAYA ANLATILAMIYOR

Diyebilirsiniz ki, anne babanız bunlara nasıl izin veriyordu. Korkumuzdan ailemize anlatamazdık. Anlattığımızda da bu kadarı abartı çocuk daha bunlar diye inanmazlar, kursa gitmemek için söylediğimizi düşünürlerdi.

Burada yaklaşık olarak 2 seneye yakın bir süre kaldım. Abim benden önce ayrıldı ben daha sonra ayrıldım. Ancak çok kısa bir süre sonra yine İ. cemaatine bağlı İstanbul Ümraniye’deki bir başka bir kuran kursuna yatılı olarak gönderildim.

Burada da dayak kısmı aynıydı. Yine kursun en küçükleri abim ve bendim ama biraz daha yaşımın büyümüş olmasından kaynaklı bazı şeyleri anlamaya, farkına varmaya başlamıştım. Bu kursta yaklaşık olarak 40 ila 50 kişi civarında yatılı olarak kalan öğrenci vardı. Size yine şerefim üzerine yemin ederim ki bu satırdan sonra yazacaklarım yukarıda bahsi geçen dayak kısmını unutturacak kadar vahim durumlar.

HERKESİN BİLDİĞİ KİMSENİN KONUŞMADIĞI İLİŞKİLER

Bu kurstan abim yine benden önce ayrıldı bir süre sonra abimle alakalı bir şeyler duymaya başladım aynı beraber kaldığımız Kuran kursundaki Hikmet isminde bir şahısla cinsel ilişkisi olduğunu öğrendim.

Hemen peşinden yaklaşık hala kursta bulunan en az 10 kişinin daha birbirleriyle bu tür ilişkileri olduğunu öğrendim. Zaten bunu kendileri de inkar etmiyordu. Duyduğum bu şeyleri yaşamayı merak ederek ben de birileriyle cinsel ilişkiye girmeye başladım ilişkiye girdiğim kişilerin 1 Abdussamet 2 Hamza 3 Mahmut y 4 Yusuf 5 Bilal 6 Üsame 7 Abdulkadir 8 Mustafa 9 Ömer 10 Selman 11 Mahmut 12 Ramazan ve daha adı aklıma gelmeyen birkaç kişi.

Bu kişilerin başka kişilerle de ilişkileri vardı hatta birkaç kez kursun sorumlusu olan hoca tarafından ilişki esnasında yakalanarak dayak yedik.

Ama önemli değildi, zaten dayağı sürekli yiyorduk, bu sefer de eşcinsellikten ötürü yemiş olduk. Ne fark ederdi ki, camdan dışarı baktığımız için dayak yiyor namazı hızlı kıldın diye dayak yiyor oturuşumuz beğenilmediği için dayak yiyor yani sürekli bir şeyler için dayak yiyorduk. Bu kursta yaklaşık olarak 4 sene kaldım yukarıda saydığım isimlerle bizzat cinsel ilişkim oldu bundan ötürü defalarca yakalandım dayak yedim ve benim dışımda başka yakalanıp dayak yiyenlerde çok oldu. Herkes her şeyi biliyor fakat kimse yüksek sesle bunları konuşamıyordu.

Bu kursta en son başımızda bulunan hocayla kavga ederek ayrıldım. İlk kez bu kursta bana yumruk atan birisine gücüm yetmese de karşılık verdim ve artık bana vurana bende vurma kararı almıştım.

İHBARLAR POLİSİN UMURUNDA DEĞİL

Bu kursta okurken sayısız kez kontörlü telefonlardan 15’ i arayarak kaçak kuran kursu olduğunu ve sürekli olarak dayak yediğimizi ihbar ettim ama 1 sefer bile polis gelmedi bunun sebebini bu günlerde çok daha iyi anlıyorum.

6 yaşındayken gittiğim ilk kursta bu tür yapılanmalara müsaade edilmiyordu fakat ihbarda bulunmama rağmen polisin gelmediği dönemlerde Türkiye’de iktidar değişmiş işler artık daha farklı yürür olmuştu.

Polisin gelmediği kurslara iktidar partisinden belediyeye bağlı aşevlerinden günlük yemekler gelmeye başlamıştı.

4 sene burada kaldıktan sonra yine İstanbul Ümraniye’de aynı cemaate bağlı başka bir kuran kursu ve Arapça eğitimi verilen kursa ailem tarafından kayıt ettirildim. Ayrıldığım kursta hafızlık eğitimimi tamamlamış hatta Diyanetin hafızlık sınavlarına girmiş diploma bile almıştım.

Yerleştirildiğim bu kursa başladığımda da yaşım 12’ye gelmişti. Yine sebepsiz yere dayaklar yiyorduk ve benim gibi eşcinsel ilişki yaşayan sayısız kurs talebesi vardı.

Burada da 3 veya 4 kişiyle ilişkim oldu. Buranın mevcut öğrenci sayısı da 80 ila 100 kişi arasında idi.

1 yıl kadar burada okuduktan sonra cinsel ilişkiye girdiğim bir kişiyle başka bir konuyla alakalı olarak kavga ettim ve o kurstan da ayrıldım. Kısa bir süre sonra yine İstanbul Ümraniye’de aynı cemaatin başka bir Kuran ve Arapça eğitimi verilen bir kursunda yatılı olarak kalmaya başladım.

Alıştığımız üzere burada da yine sistematik dayak vardı ama artık ağlamıyor tepki gösteriyordum. Bu kursta yaklaşık 30 kişiydik ve ben gelmeden öncesinde de kursta eşcinsellik yaygındı.

VE KAÇIŞ

Burada da bir den fazla kişiyle ilişkiye girdim. Süreç ilerlerken bir karar aldım ve kendimi sorgulamaya başladım “Benim burada ne işim vardı?”

Bu soruyu kendime sormaya başladıkça hiçbir işimin olmadığı sadece ailem istediği için orada bulunduğum ama bana ne istediğimin sorulmadığının ve bu hayatın bu şekilde sürdürülebilir olmadığı gerçeğinin farkına vardım ve bir gün eşyalarımı alıp kurstan ayrıldım.

13 yaşımı doldurmamıştım henüz ama ailemin karşısına dikildim ve onlara onların istekleri doğrultusunda artık hareket etmeyeceğimi söyledim.

Ailem beni din eğitimi almam için gönderdiği tarikat kurslarında başıma gelenlerden, yaşadığım sayısız eşcinsel ilişkiden habersiz çocuklarının özlemini çekiyor, iyi bir eğitim aldığımı zannediyorlardı.

Kursa gitmemek istememe üzülmüşlerdi ama orada yaşadıklarımı, eşcinsel ilişkilerimi bilseler muhtemelen kafayı yerlerdi.

Gelelim bu cinsel ilişkiye girdiğim kişilere,

Bizzat kendim kuran kursundayken cinsel ilişkiye girdiğim kişilerin bazıları şu anda aktif olarak diyanetin resmî kadrosunda imamlık yaparak millete din anlatıyor bazıları ise farklı şekilde görev yapıyor ve bazıları ise şu an benimde zamanında sözde din eğitimi almam için gönderildiğim İ.A. cemaatine bağlı kurslarda hocalık yapıyorlar.

Şerefim üzerine yemin ederim ki söylediklerim zerresi zerresine doğrudur bu kişilerin açık kimlik bilgilerini paylaşmam suç teşkil edeceği için paylaşmıyorum sadece isimleri yeterli şimdilik,

Türkiye’deki en muhafazakar cemaat olan cemaatin içerisinde bulunan ve bizzat bunları yaşayan birisi olarak söylüyorum en muhafazakar cemaat kuran kurslarında belki 20 den fazla kişiyle eşcinsel ilişkim oldu. En muhafazakar olanı bu durumdaysa gerisini siz düşünün artık,

Bana gelecek olursak 14 yaşıma henüz girmeden kuran kursu Arapça kursu ve cemaat tarikat yapılarından ayrıldığım ailemle konuştuğum günden beri hiçbir cemaati ve cemaatçiyi yanıma yaklaştırmadım elbette bu olanları ailemle paylaşmadım. Paylaşmayı bırakın, kendi hafızamdan bile sildim. Sonrasında bir erkekle ilişkiye girmedim ve aslında beni buna sürükleyen şeyin bulunduğum ortamın olduğunu anladım. Cinsel yönelimlerimin kadınlara yönelik olduğunun farkına vardım ve hayatıma devam ediyorum.

TÜM BUNLAR YAŞANMAMIŞ GİBİ DEVAM

Bugüne kadar hayatımın bu kısmını hiç kimseyle paylaşamadım ve hiç yaşanmamış gibi hayatıma devam etmeye çalıştım. Şu an hiçbir inanca mensup birisi değilim kendimi Apateist olarak tanımlıyorum. Herhangi bir siyasi partiye yakınlık hissetmiyorum.

Mevcut bütün siyasilere ve gelecek olanlara muhalifim.

Çevresine duyarlı, sosyal sorumlulukların parçası olmaya çalışan, yaşadığı topluma faydalı olma arzusunda, duyarlı bir birey olmaya çalışıyorum.

Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olarak toplumun ilerleyişini sağlıklı bir şekilde sürdürebileceği, ideolojik saplantılar din eksenli ve içi boşaltılmış milliyetçilikten uzak durulması gerektiği düşüncesi ve evrensel bir bakış açısıyla olayları okumaya anlamaya çalışmanın doğru olduğu kanaatindeyim, en azından kendimi bu şekilde bu çizgide tutmaya çalışıyorum.

Konuyla alakalı öğrenmek istediğiniz bilgiler olursa seve seve elimden geleni yapacağımı bilmenizi isterim fakat şu an kamu görevlisi bir memur olarak hayatımı idame ettirmeye çalışıyorum memuriyetime zarar gelmeyecek şekilde elimden gelen her konuda bilgi paylaşımında seve seve bulunacağım sizden tek ricam bunu cemaatlerin içerisinde neler döndüğünü millete din ahlak satanların nasıl iki yüzlüler olduğu gerçeğini halka duyurmanız ve bu acı gerçekleri topluma gösterin gösterin ki bir kişiyi bile bu hastalıklı yapıların ağına düşmekten kurtara bilirsek bulunduğumuz toplum için faydalı bir iş yapmış oluruz.

Sağlıcakla kalın.”

https:// fatihaltayli.com.tr/kose-yazisi/2024/12/01/okumamis- olmayi-diledigim-bir-mektup

🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================

Benito Mussolini’nin Vahşi İnfazı (İZLEMESİ ÇOK ZOR)

https:// www.youtube.com/watch?v=zfZUAdtjqng

23-Nis-2025

Onu sürüklediler. Ölü bir hayvan gibi; yüzü tanınmaz haldeydi. Vücudu, darbelerle paramparça olmuştu. Onu baş aşağı bir meydanda astılar. Kalabalık cesedine tükürüyordu. Benito Mussolini’nin sonu böyle geldi: İtalya’nın görkemini geri getirme sözü veren adam, düşmanlarının bile yaşamadığı bir vahşetle karşılaştı.

20 yılı aşkın bir süre demir yumrukla yönetti. Hitler’le anlaşmalar imzaladı ve teröre dayalı bir imparatorluk kurdu. Ancak savaş kapısına dayandığında dünyası çöktü. Terk edildi, kılık değiştirdi, bir suçlu gibi yakalandı ve yaşamı için yalvardı. Ama kimse onu dinlemedi. Yargılanmadan, merhamet gösterilmeden, pişmanlık duyulmadan idam edildi.

Ancak en sarsıcı olan, ölümü değil, cesediyle yapılanlardı. Neden kalabalık öfkesini bir cesede yöneltti? Ölümünden sonra bile hangi vahşetlere maruz kaldı? Ve kalıntılarının uğradığı korkunç son neydi?

Faşizmin Yükselişi: İdeolojiden İktidara

Hitler iktidara gelmeden 10 yıl önce, Franco henüz tanınmayan bir albayken ve Avrupa büyük ölçüde demokratik cumhuriyetlerden oluşurken, bir adam, Roma İmparatorluğu’nun görkemiyle yarışacak bir totaliter diktatörlük tasarlamıştı: Benito Mussolini.

1923’te İtalya’nın en yüksek lideri oldu ve diğer otoriter devletlerin de benimseyeceği özellikleri uygulamaya koydu:

Muhaliflerin toplama kamplarında tutulması,

Halkı gözetleyen gizli bir polis teşkilatı,

Devasa bir propaganda aygıtı,

Güçlü bir lider etrafında oluşturulan kişilik kültü.

Mussolini, 1912’de İtalyan Sosyalist Partisi’nin radikal kanadının lideri olarak dikkat çekmiş, Libya’daki savaşa karşı çıkmıştı. Ancak siyasi fikirleri zamanla aşırı sağa kaydı. İtalya’nın hükümetinde köklü bir değişiklik gerektiğine inanıyordu.

Faşist Şiddet ve İktidara Yürüyüş

1919’da Milano’da Fasci di Combattimento hareketini kurdu. Bu hareket, milliyetçiliği, cumhuriyetçiliği ve sosyal reformları birleştiriyordu. Faşist gruplar (squadristi), sosyalistlere ve Katoliklere karşı şiddetli bir sindirme kampanyası başlattı. 1922’ye gelindiğinde, faşistler birçok bölgede fiilen kontrolü ele geçirmişti.

Roma Yürüyüşü (1922):

30.000 siyah gömlekli faşist, Roma’ya yürüdü.

Kral Vittorio Emanuele, iç savaş korkusuyla Mussolini’yi başbakan olarak atadı.

Mussolini, demokratik kurumları sistematik olarak yok etmeye başladı.

Diktatörlüğün Kurumsallaşması

OVRA (Gizli Polis): 1927’de kuruldu. 100.000 muhbirle çalıştı, 6.000 kişiyi sürgüne gönderdi.

Toplama Kampları: Siyasi muhalifler ve etnik azınlıklar için kuruldu.

Antisemitizm: 1938’de Yahudilerin haklarını kısıtlayan yasalar çıkarıldı.

Savaş ve Çöküş

Etiyopya İşgali (1935): Hardal gazı kullanıldı, binlerce sivil katledildi.

İspanya İç Savaşı (1936): Franco’ya destek verdi, Guernica gibi şehirler bombalandı.

II. Dünya Savaşı: İtalya’nın askeri zayıflığı ortaya çıktı. 1943’te müttefikler Sicilya’ya çıkarma yaptı.

Mussolini’nin Sonu

1943: Kral tarafından görevden alındı.

1945: Partizanlar tarafından yakalandı. Clara Petacci ile birlikte idam edildi.

Cesedinin Aşağılanması: Milano’da halka teşhir edildi, baş aşağı asıldı.

Mirası

Mussolini’nin mezarı, Predappio’da neofaşistler için bir hac mekanı haline geldi. Faşizm, İtalya’da anayasal olarak yasaklandı, ancak bazı gruplar hala onun fikirlerini savunuyor.


🇹🇷    ↑↑↑    ↓↓↓    ÇIK

=======================